”30 Ağustos ulusal utkudur”

Paylaş:

30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla bir yazı kaleme alan Atatürkçü Düşünce Derneği Karasu Şubesi Kurucu eski Başkanı eğitimci-yazar Kemal Koçöz, ”30 Ağustos’un ulusal bir utku olduğunu vurguladı. Koçöz, bu tarihî günün anlamını içeren bir şiiri de paylaştı.

   Almanya yüzünden Savaş’a girdik,

   Zaferlere rağmen şerle yenildik!

Mütareke oldu, hüzün oluştu!

Başkent İstanbul’a düşman doluştu!

   Saray gafletiyle dağıldı ordu!

   İşgale uğradı Türk’ün bu yurdu!

Ne acılar çektik, unutma dünü;

Büyük Zafer’imiz mutluluk günü..

   Şehit ve Gaziler nice döktü kan;

   Yeniden can buldu, dirildi Vatan!

İnönü’den, Sakarya’dan geçildi;

Dumlupınar, savaş yeri seçildi..

   Kocatepe’deydi toplanma yeri,

   Atatürk coşturdu her bir neferi..

İşgalci düşmana hücum edildi!

Nice canlarımız şehit verildi..

   Büyük Taarruz’dur yüreklere fer,

   Sarp Dumlupınar’da oluştu Zafer..

Bu Vatan sevdamız olsun ünümüz;

Her 30 Ağustos Zafer Günü’müz.

   Bayram coşkusuyla gönüller dolsun,

   30 Ağustos Zaferi Kutlu Olsun.! (Kemal KOÇÖZ) mısralarıyla dillendirildiği gibi 30 Ağustos Ulusal ve onursal bir utkudur. Kutlu Olsun.

İki Alman savaş gemisi yüzünden gelişen entrikalar sonucu maruz kalınan  Birinci Dünya Harbi’nde Çanakkale’deki Deniz ve Kara Savunma Savaşı’nda büyük bir Zafer kazanılarak üstün donanımlı  o saldırgan düşmanların büyük bir hezimete uğratılmasına rağmen o haçlı emperyalizmin masa başı oyunlarıyla, şer Mütareke (Mondros Mütarekesi-30 Ekim 1918) dayatması entrikalarıyla düşman işgaline uğradı, o şer Sevr senaryolarıyla da paylaşıma maruz kaldıydı bu kutsal Vatan.! Ecdat yadigarı bu güzel Vatan toprağımıza ve aziz ulusumuza yeniden bağımsızlık kazandıran, yeniden hürriyetimize ve ulusallığımıza kavuşturan En Büyük Zafer’dir 30 Ağustos.. Büyük Atatürk’ün Türk’ün gerçek kurtuluş güneşi, 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün parlaklığıyla doğacaktır.(Gz.M.K.A.-29/30 Ağustos 1922- Dumlupınar) dediği bu ulvi büyük zafer 30 Ağustos iyi anlaşılmalı, yeniden hürriyetimize yönelişlimizi sağlayan 30 Ağustos Zaferi’mize dair (1926’da) oluşan 30 Ağustos Zafer Bayramı her daim coşkuyla kutlanılmalıdır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün önderliğiyle 19 Mayıs’ta başlatılan Millî Mücadele ile dünkü düşman işgalinden ve mezalimlerinden kurtuluşun gayretleri ardından yeniden hürriyete kavuşuluşun başlangıcı günü olarak kabul edilen 30 AĞUSTOS ZAFERİ; Türk Ordusu’nun, Türk Ulusu’nun “Vatan ve Hürriyet Sevdası Zaferi”dir.. 30 Ağustos, dünün işgalcisi o haçlı emperyalizme karşı “vatan, millet ve hürriyet” bekası adına onurluca karşı durulup kanla irfanla elde edilen büyük bir Ulusal Utku’dur.. Ulusal önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Büyük Türk milletimizin 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı ve ülkemizin koruyucusu Ordumuzun Türk Silahlı Kuvvetler Günü’nü yürekten kutlarım.(Gz.M.K.A.) (;Atatürk’ün katılımıyla oluşan ilk kutlama 30 Ağustos 1924, Dumlupınar)  dediği bu ulviyetin, İstiklâlimizin timsali bu ulvi zaferimiz 30 Ağustos’un yıldönümü günü ve Türk Silahlı Kuvvetler Günü’müz  Kutlu Olsun..

Daima saygıyla, minnet ve şükranla anmamız gereken şanlı şehitlerimizin ve kahraman gazilerimizin kutsal emaneti bu güzel Vatan’ımızın ulviyeti, Şanlı Ordu’muzun ehemmiyeti iyi bilinmelidir.. Bu kutsal Vatan; millî varlığımızdır, ulusal bağımsızlığımızdır.. Millî Varlığımızın ve Ulusal bağımsızlığımızın teminatı bu kutsal Vatan’ımızın bütünlüğüne, Cumhuriyet’imizin ebediliğine, Şanlı Ordu’muzun dirliğine, Atatürk İlkeleri’ne ve Ata Türk Devrimleri’ne gereği önem dosdoğru verilmelidir;  Cumhuriyetin kazanımları dosdoğru savunulmalıdır..  Vatan’ımızı her koşulda daima  sebat ve azimle dürüstçe savunmalıyız, yurdumuzu ve ulusumuzu onurluca kalkındırmalıyız.. Bu güzel Vatan’ın korunması için yapılan dünkü savaşlar unutulmamalıdır.! Bu kutsal vatanın savunulması için yapılan uğraşların, istiklâlimiz ve istikbalimiz için dökülen kanların, verilen canların kutsiyeti iyi bilinmelidir.. Günümüzde ve yarınlarda da karşımıza çıkabilecek  dünün benzeri o şer entrikalarına, dahili ve harici düşmanların sinsi kumpaslarına, şer Sevr Bop paylaşım senaryolarına karşı daima uyanık bulunulmalı, harici ve dahili düşmanlara karşı dosdoğru tedbirler alınmalıdır; Vatan toprağımız ve Cumhuriyetin kazanımları dosdoğru savunulmalıdır..

Kimilerimizin çok özlemini duyduğu AB’nin gerçek yüzü sayılan o emperyalist haçlı dayanışmasını amaçlayan o Batı’nın, dün, o şer Mondros Mütarekesi entrikalarıyla bu güzel Anadolu’muzu işgale yönelip o şer Sevr paylaşımına zemin temini için yaptıkları o toplu tüfekli işgal saldırılarına, o nice mezalimlerine karşı onurlu ulusal karşı duruşun büyük bir utkusu olan 30 Ağustos’un tarihsel içeriği çok iyi anlaşılıp yeni nesillere de çok iyi anlatılmalıdır. “VatanBayrak-Bağımsızlık” ulviyetinin bilinci, millî günlerimizin önemliliği duygusu, Atatürk ve Atatürkçülük bilinci ve sevgisi, Kemalizm anlayışı, Cumhuriyet’imizin ulviyetini ve Cumhuriyetimizin kazanımlarının önemliliğinin bilinci de gençliğimize çok iyi kazandırılmalıdır, halkımıza çok iyi anlatılmalıdır..

Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün komutasında 26 Ağustos 1922’de Kocatepe’de (Afyonkarahisar) başlayan, Dumlupınar’da(Kütahya) çetin bir taarruzun oluşmasıyla şaşkına dönen, ummadığı bir hezimete uğrayan haçlı Batı desteklisi  o Yunan ordusunun 15 Mayıs 1919’da işgale geldiği güzel İzmir’e doğru geri sıvışıp etrafı yakıp yıkarak o cenk meydanından kaçarken yunan başkomutanı general Trikopis’in de (Uşak-2 Eylül 1922) tutsak edildiği, beş  gün sürüp (26-30 Ağustos) Türk’ün Zaferi ile sonuçlanan bu büyük taarruz savaşına “Başkomutanlık Savaşı” veya “Başkomutanlık Meydan Muharebesi” denilmektedir.. Bu Büyük Zafer sayesinde o düşmanın 9 Eylül 1922’de İzmir’de denize dökülmesiyle o düşman işgalinden, o şer Sevr paylaşımı dayatmasından kurtulduyduk.. Dünkü düşman işgalinden, onca mezalimlerden kurtuluşumuzun ve yeniden kuruluşumuzun öncüsü Büyük Kahraman Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliği, vatanseverliği, Şanlı Ordu’muzun vatan ve hürriyet için azim ve kararlılığı bir kez daha tescillenmişti.. Bu nedenledir ki, Büyük Atatürk, Türklüğün çelikleşmiş bir zafer sembolü, özgürlük ve uygarlık ışığıdır.  İşte bu durumu bilen o haçlı emperyalizm, “Atatürk’e bağlılık giderse Türk yurdu kolay paylaşılır!” anlayışındadır ve bu nedenle işbirlikçileriyle sinsi entrikalar, şer iftiralar tertipleyip Atatürk’ü silikleştirme gayretindedirler.!  Ki, 1930’larda Alman asıllı amerika vatandaşı Kunt Ziemke bile “Yapılması gereken Atatürk’ün hem din düşmanı hem ‘etnik’ düşmanı olduğu fikrini yaymaktır.” demekteydi.. Bu düşman oyunlarına karşı daima uyanık bulunulmalı, düşmanın ve dindar görünümlü kindar yerli işbirlikçilerinin bu sinsi şer oyunlarına gelinmemelidir! Atatürk’ün fikirleri ve vatanperver gayretleri bilinciyle harici ve dahili sinsi düşmanların şer entrikaları tez bozulmalıdır..

   30 Ağustos-, o işgalci emperyalist haçlı Batı’nın, masa başı entrikalarıyla, şer Mütareke dayatmalarıyla Askerimizin topu tüfeği elinden alınılmasının, kışlalarımızın terhis ettirilerek dağıttırılmasının, Mehmet’in boynu bükük memleketine gönderilmesi günlerinde acımasızca istilaya kalktığı, mezalimlerde bulunduğu, yakıp yıktığı bu güzel Anadolu’muzdan sökülüp denize atılmaya başlanıldığı gündür.. Kahraman Büyük Asker Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğiyle coşup şahlanan şanlı şehitlerimizin ve kahraman gazilerimizin sebat ve azimli gayretleriyle 26 Ağustos’takiBüyük Taarruz ile başlayan ulvi mücadelesi karşısında o işgalci düşmanların hezimete uğratıldığı, bu kutsal yurdumuzu terk etmek zorunda bırakıldığı gündür 30 Ağustos.. Türk’ün bu güzel yurduna göz diken o haçlı emperyalizmin, o işgalci düşman askerlerinin bu güzel yurttan  sökülüp atılışının başlangıcı zaferi günü olan 30 Ağustos (1922), Türk’ün, kendi vatanında yeniden Ulusal Tam Bağımsızlığa yönelişi günüdür..  Kahraman Ordumuzun 30 Ağustos Zaferi ile oluşan bu güzel Zafer Bayramı’mız, Şanlı Ordu’muza, Aziz Ulusumuza ve bu Güzel Yurdumuza Kutlu Olsun.. Bu ulvi Millî Bayramlarımız, Andımız ile, İzmir Marşı’mız ile, Kahraman Ordu’muzun marşları ve gereği etkinlikler ile amacı doğrultusunda, Türklük şuuruyla, vatan-millet-bayrak ve bağımsızlık sevdasıyla, ecdadımıza, şehit ve gazilerimize saygıyla, minnetle, ulusal coşku ve ulusal onurla her koşulda daima millî bir coşkuyla kutlanılmalıdır..

Dün, İnönü’de, Sakarya’da oluşan o çetin savunmaların ardından 26 Ağustos sabahı Kocatepe’den başlatılan ve yüce Atatürk’ün tabiriyle “Beş gün aralıksız geceli gündüzlü süren en büyük Meydan Savaşı” Büyük Taarruz ile elde edilen Türk’ün Büyük Zaferi karşısında hezimete uğrayan o emperyalist haçlı Batı, bugün yine o şer işbirlikçileriyle ekonomik dirliğimizi, sosyal birliğimizi, siyasal dirliğimizi, ordumuzun tümlüğünü, askeri motivasyon gücümüzü bozmaya, ulusal kalkınmamızı sarsmaya, ekonomik sarsıntı nedeniyle sefilleştirilen halkın kendi sorunlarıyla baş başa bıraktırılarak ülke sorunlarıyla ilgisiz hale dönüştürülmeye, Atatürk Yolu’ndan ayırmaya yönelik sinsi şer entrikalar peşindedirler.. Hâl böyleyken hâlâ bu kutsal vatanımıza göz diken o haçlı birlikteliği AB’ye ilgi nedendir?  Lozan’da bizden yana durmayan, 15 Temmuz kışkırtıcısı olan o sinsi şer emperyalist ABD’ye ve hatta o haçlı emperyalizmin şirin söylemli BOP (Ortadoğu’yu tarumar amaçlı Büyük Ortadoğu Projesi), DAD (İslamiyeti hristiyanlığın güdümünde kılmak amaçlı Dinler Arası Diyalog) gibi o şer içerikli reçetelerine hâlâ bunca ilgi gafleti varsa niyedir?

Türklüğün ve Türkiye’nin ezeli ve ebedi düşmanı o haçlı emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerin, bu güzel vatanımıza, o yokluklara ve bin bir zorluklara rağmen kanla irfanla kurulan Atatürk Cumhuriyeti’mize yönelik süregelen sinsi şirin söylemlerine, sinsi şer entrikalarına, dost görünümlü takkiyelerine asla aldanılmamalıdır.!  Dünün işgalcisi ve o şer sevr paylaşımı (433 maddelik Sevr Antlaşması-10Ağustos 1920) peşindeki o haçlı emperyalizmin ve  işbirlikçilerinin, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlarının, Cumhuriyetin kazanımlarına kindarların karşı devrim(!) entrikaları doğru belirlenip tez bozulmalıdır.. Mazilerinde Türklük, Atatürk ve Atatürkçülük ve de Atatürk Cumhuriyeti karşıtlığı bulunan o mandacıların, o emperyalizm yandaşlarının, o takkiyecilerin, o kindarların, o gafillerin ve o hainlerin çok hayranlık duyduğu o haçlı AB masalına, Orta Doğu’yu ve Anadolu’muzu o haçlı emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yeniden parçalayıp parselleme unsuru o Sevr paylaşımı içerikli BOP entrikasına kanmayalım! Koyun misali uçuruma gitme gafletine düşmeyelim.! Emperyalizmin şirin söylemli, hoş görünümlü sinsi Truva Atlarına aldanmayalım! O haçlı emperyalizmin körüklediği “Orta Doğu Yangını”ndan tez korunalım; o çakalların bulamaçlandırıp yapay süslerle kamuflajladığı “Orta Doğu Bataklığı”ndan daima uzak duralım.!

Değerli Yurttaşlar, Sevgili Gençler; Şehit ve gazilerimizin kutsal emaneti bu güzel vatanımızın, egemenliğimizin kıymetini iyi bilelim. “Yurt Sevgisi, ona (vatana) hizmetle ölçülür.”(Gz.M.K.A.), Yurt kutsalımızdır.. “Milli egemenlik milletin namusudur, haysiyetidir, şerefidir.”(Gz.M.K.A.) anlayışını ilke edinen Ulusal Büyük Önderimiz Kahraman Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün “Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlıkla olur.” (Gz.M.K.A.) öğüdünü de dosdoğru anlamak ve dürüstçe dosdoğru uygulamak çok mu zor? Ulusal iletişim kuruluşumuz Telekom, Ulusal sanayimizin bel kemiği Petkim gibi stratejik önemli ulusal yatırımlarımızın; önemli tarım ve sanayi ürünlerimizin üzerinde oynanan kirli emperyalist oyunlar, o haçlı Batı’nın bu aziz ulusumuzun millî dirliği ve ulusal birliği üzerinde oynadığı ekonomik ve sosyal çöküntü oluşturma entrikaları değil de nedir? Bütün bunlar yetmiyormuş gibi o haçlı Batı’nın İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) dayatması sürecinde bile “Yurtta Barış, Dünyada Barış.(Gz.M.K.A.) prensibiyle o savaşa katılmayıp barışı ilke edinen ülkemizin bugünlerde de yine o ‘Haçlı Emperyalizmin Büyük Orta Doğu Yangını(!)’na, o haçlı emperyalizmin BOP (Türkiye’yi ve Orta Doğu’yu Bölme ve sömürme tuzağı Projesi) çıkarlarına da hizmet amaçlı o ‘Orta Doğu Bataklığı(!)’na çekilmek istenilmemize ne denilmeli!?  Daha dün Çanakkale Zaferi (18 Mart 1915) ile Çanakkale’den İstanbul’a geçmelerine büyük bir azimle engel olunmasına rağmen, o Mondros Mütarekesi’nin (25 madde-30 Ekim 1918) şer dayatmaları bahanesiyle onca savaş gemileriyle babalarının çiftliğine gelircesine bir engelle karşılaşmaksızın çan sesleriyle İstanbul’a gelen (13 Kasım1918) ve vaktiyle Cihan İmparatorluğu olan Osmanlı’nın başkenti İstanbul’u işgale başlayan (16 Mart 1920) o düşmanların resmi dairelerimizi de basmaları, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı kuşatarak (18 Mart 1920) kimi mebusları tutuklamaları, kendilerine ve o şer işgallerine karşıt olabilecek birçok aydınımızı ve birçok yurtsever subayımızın bir kısmını Bekirağa Zindanlarına attırmaları, bir kısmını da Malta’ya sürgüne göndermeleri vahşeti nasıl benimsenebilir; ecdat diyarı bu güzel Anadolu’muzu işgale ve paylaşıma yönelişleri, onca mezalimleri nasıl unutulur?!

Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.(Gz.M.K.A.), “Harp zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmayınca harp bir cinayettir.” (Gz.M.K.A.) diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bir seçim dolayısıyla millete beyannamesinde şöyle der; “Cumhuriyet Halk Fırkası’nın müstakar umumî siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim: “Yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz.” (Gz.M.K.A..) (20 Nisan 1931)

[İsdibdata rağmen I.Meşrutiyet’in (23 Aralık 1876) getirisi olan II. Meşrutiyet (23 Temmuz 1908) ile devam eden Meclis-i Mebusan (Seçimli Parlamenterler Meclisi), çeşitli nedenlerle duraksamalara maruz kalıp yeniden açılmışsa da işgal güçlerinin baskısıyla Saray ve saltanat tutkunu Sultan Vahdettin tarafından 11 Nisan 1920’de resmen kapatılmıştı.! (Bu nedenle  oluşan düşman işgaline ve mezalimlerine karşı Millî Mücadele için  TBMM’iz 23 Nisan 1920’de açıldı..)  Ne hazindir ki, o düşmanlar günümüzde de, Büyük Atatürk’ün öndeliğiyle kurulmuş olup dünkü işgalden kurtuluşumuzun, Ecdadımızdan yadigar bu güzel vatan toprağında yeniden hürriyetimize kavuşuluşun ve Türkiye Cumhuriyeti’mizin kuruluşun sağlayayıcı mercisi olan TBMM ünvanlı yüce Meclis’imizi de etkisiz kılma gayretinde koşuştururlarken onlara aldanıp ortam sağlama gafleti varsa böyle bir tutum hayra alamet değildir.!]

Orta Çağ karanlığındaki dünkü Batı’nın aydınlığa kavuşmasına, medeniyete ulaşmasına katkı sağlayan Cihan İmparatorluğu Osmanlı’nın gaflet ve din tacirleri yüzünden ilimden-fenden uzaklaşılarak hurafelerden medet umması hayra alamet değildi.!   Avrupalı güçlü devletlerin yeni sömürü alanları ve yeni pazar arayışları nedeniyle Avusturya-Macaristan imparatorunun veliahdı Ferdinand’ın bir Sırplı tarafından öldürülmesi (28 Haziran1914) bahanesi ile Birinci Cihan Harbi fiilen başlamıştı.! Osmanlı, bu Cihan Savaşı’na katılmayacağını, tarafsız kalacağını bildirmişti.! Avrupa’nın göbeğinde başlayan çıkar çatışmalarının meydana getirdiği gruplaşmaların oluşturmakta bulunduğu bu savaş yangınından uzak durmanın, bu devler savaşına girmemenin daha hayırlı olacağının düşüncesi hâkimdiyse de, kimilerince (Enver Paşa ve arkadaşlarınca) “Almanya’nın grubu yanında savaşa girilirse oluşan onca kayıplar tez telafi edilebilir, Balkanlar’da yitirilen kimi yerlerde tekrar hakimiyet oluşturulabilir, Ege’deki adalar tekrar geri alınabilir!” türünden ileri sürülen görüşler de  kafaları karıştırıyordu.!  Avrupalılar arasında oluşan o savaşta tarafsız kalınacağına dair ingilizlere verilen bu söz uzun sürmedi.! Osmanlı’nın, İngilizlere, batılı bu devler savaşında tarafsız kalacağını açıklamasına rağmen Akdeniz’deki iki ingiliz donanmasının önünden kaçarak Çanakkale’de Osmanlıya sığınan(10 Ağustos 1914) bu gemiler İngilizlerce kendilerine teslim edilmesi istenilse de verilmedi, iki gemiye Osmanlı bayrağı çekilerek satın alındığı söylendi.! İngilizler bu gemileri almak için baskılarda bulunduysalar da muvaffak olamadılar, Çanakkale Boğazı kıyılarını topa tuttularsa da alamadan geri gittilerdi! (Oysaki Osmanlı, İngiliz firmalarına 1911’de sipariş edip 1914’te teslim edilmesi şartıyla parasını peşin ödediği “Reşadiye” ve “Sultan Osman I” adındaki iki zırhlı gemiyi alamadı! 1914’teki savaş nedeniyle o dönemde İngiltere Bahriye Nazırı olan Wilson Churchill tarafından bu iki gemiye el konulmuştu!) İstanbul’a geçen (16 Ağustos 1914) bu iki Alman savaş gemilerinden Goben’e Yavuz, Breslav’a Midilli adları verilmişti.. Yavuz (Goben) ve Midilli (Breslav) adları verilen ve Osmanlı Bayrağı çekilmiş bu iki Alman savaş gemisinin bir gece (27 Ekim 1914) kendi (Alman) mürettabatıyla İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e açılıp (29 Ekim 1914’te) adeta “93 Harbi”nin intikamını alırcasına İngilizlerin müttefiği olan o Rusya’nın Sivastopol, Odesa, Novorosiski limanlarını top atışına tutması, Karadeniz’deki kimi Rus savaş gemilerini batırması yüzünden Rusya, Osmanlıya savaş açınca Osmanlı da kendini fiilen o Cihan Savaşı’nın yangını içinde bulduydu.! (2/14 Kasım 1914)

Goben (Yavuz) ve Breslav (Midilli) adlarındaki  Almanya’ya ait iki muhribin (27 Ekim 1914 gecesi) Kardeniz’e açılıp kimi  Rusya limanlarını bombalaması, karşılarına çıkan rus askeri gemilerini batırması yüzünden Osmanlıya karşı savaş ilan eden Rusya‘nın (30 Ekim 1914) etkisiyle Fransızlarca 2 Kasım1914’te ve İngilizlerce 5 Kasım 1914’de -Avrupalı Devler Savaşı’na dahil edilen Osmanlı, 14 Kasım 1914’te Fatih Camisi’nde okunan Cıhad-ı Ekber ile  Kutsal Cihat ilan edip savaşa girdi..  Çanakkale’de büyük destanlar yazıldı; karşısındaki o güçlü donanmaya, modern silahlı çok sayıda askere sahip olan o düşmana geçit verilmedi.! Durum buyken, Cihan İmparatorluğu Osmanlı, masa başı entrikalarıyla, yenilen müttefiki Almanya’nın yenilgisi bahanesine dahil edilerek yenik sayıldı ve Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) dayatmalarına, yurtsever subaylarının tutuklanmasına, ordusunun dağıtılmasına ve ardından da işgale maruz bırakıldı.! (Bu olay bile Lozan’ın önemine bir delildi.. Çünkü bir savaşın Çanakkale misali sadece cephede kazanılması yeterli değildi.!

Ne hazindir ki, cihana nam salan Osmanlı İmparatorluğu, aç kurtlar sofrasında bölüşülmek, parçalanılmak üzereydi.. Her bir taraftan saldırılara maruz kalan, on farklı cephede ve en büyüğü Çanakkale’de gerçekleşen o büyük savaşın da dahil olduğu Anadolu’nun o geniş alanında nice yiğidini yitirdi; acılara, yokluğa ve yıkıntılara maruz kaldı.! Daha acısı, vatan savunması yapılışı apaçık ortadayken, günümüzde bile, “dünün savaş suçlusu!”, “soykırımcı!  muamelesiyle karşı karşıya kalındı.!

Gaflet ve ihanetler, Amerikan yandaşlığı, mandacılık hayranlığı, İngiliz muhipliği, akil insanlar(!) denilen o Heyet-i Nasiha gafilleriyle, hainleriyle halkın yanıltılması, Saltanat peşindeki Padişah ve İngiliz yanlısı Damat Ferit’in yönetimindeki İstanbul Hükümeti’nin fermanlarıyla, İngiliz yanlısı şeyhülislam Mustafa Sabri’nin fetvalarıyla vatanseverlerin etkisizleştirilmesine çalışılması gayretleri Cihan İmparatorluğu Osmanlının hazin sonunu hazırladı.!

Birinci Dünya Savaşı sonucu yenilen Almanya’nın müttefikliği nedeniyle yenik sayılan Osmanlı’ya dayatılan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanması  ile oluşan 25 maddelik o şer dayatma, Osmanlı toprağının açıkça işgaline zemin hazırladıydı.! Padişah, İstanbul Hükümeti ve işbirlikçilerce oluşturulan ferman ve fetvalarla işgal güçlerini kızdırmamak gerektiğine, işgale karşı durulmazsa ülkenin iyiye gidebileceğine dair yanlış bir anlayışın yaygınlaştırılmasına çalıştılar.! İngilizlerin teşviki ve dayatmasıyla Heyet-i Nasiha (Halkı yanıltma oluşumu) denilen heyetler oluşturulup halkın aldatılıp uyutulmasına, güzellikler getireceği(!) söylenen işgale karşı çıkılmamasına yönelik ikna çalışmaları başlatılmıştı.. Halkın bir kısmı bu hazin durumdan kurtuluş için Mustafa Kemal Paşa’ya umut bağlamışken kimileri de düşmandan himmet bekleyişindeydi.! Halkın bir kısmı da, ülkenin bu kötü gidişattan, bu işgalden padişah efendi tarafından kurtarılacağına inandırılmıştı.! Ferman ve fetvalara kanan bir kısım yurttaşta da “Saray’a bağlılık Vatana bağlılıktır!” anlayışı mevcuttu ve Kemalist millî mücadelecileri asi hain sanıp onlara fırsat buldukça saldırdılar.. Oysa Padişah’ın kendisi adeta bir düşman ablukası altındayken hüzünlü halka nasıl yardım yapacaktı?!  Ki, İmparatorluk Başkenti İstanbul sokaklarında  düşman askerleri silahlarıyla gezinirken Saraydaki zat ancak kendi şahsi saltanatını sürdürebilmesi için şahsi saltanatını kurtarma gayretindeydi.!

“Esaret Antlaşması!” sayılabilen o şer Mütareke’nin (30 Ekim 1918) ardından 60’ı aşkın (61) gemiden oluşan İtilaf silahlı donanmasının (ve ardından gelen 11 harp gemisi ve 1 yunan zıhlısıyla oluşan 73 zırhlı) adeta elini kolunu sallarcasına  Başkent İstanbul’a gelişi (13 Kasım 1918) ve sonraki günlerde de gelenlerle bu sayının (15 Kasım’a kadar) 167’ye ulaşması, Osmanlı başkenti İstanbul’un abluka ve işgal altına alınmasının açık bir göstergesi değil miydi?! Oysa Dolmabahçe Sarayı önlerinde sıralanmış o silahlı donanmanın sahipleri olan o haçlı emperyalistler, dünkü o güçlü donanmalarıyla, üstün silahlı çokça askerleriyle 1915’te (Çanakkale Zaferi’miz nedeniyle) denizden ve karadan Çanakkale’yi geçemediklerinden İstanbul’a da ulaşamamışlardı.!

Çanakkale’yi aşamayan o İngilizler, Filistin-Yemen-Suriye üçgeni cephesinde ise (Arap dilini araplar gibi konuşabilen,  arap geleneğini arap gibi uygulayabilen) İngiliz casusu Lawrence gibilerin dinsel entrikalarıyla, ingiliz altınlarıyla etkilediği Arapların desteğini alarak güçlü silahlarıyla ve uçaklarıyla o arap çöllerinde kasırgalar estiriyordu.. İngilizlerin askeri sayısı, araç gereç üstünlüğü ve Arapların desteği nedeniyle Hicaz’ı da kapsayan Filistin-Yemen-Suriye üçgeni yöresi savunmasındaki Osmanlı askerine büyük zayiatlar verdirilmişti.. Bu Arap çöllerinde Osmanlı askeri Araplarca adeta arkadan vurulmuş, kıyıma uğramıştı.! Cihan İmparatorluğu Osmanlı, Çanakkale’nin ardından bu arap çöllerinde de büyük kayıplar verdi.! İki yüz elli bin şehidin verildiği Çanakkale’de büyük bir zafer oluştuydu, fakat Hicaz’ı da kapsayan Filistin-Yemen-Suriye üçgenindeki bu arap çöllerinde ise iki yüz elli bini aşkın askerimizin ölmesiyle büyük bir hezimet yaşanmıştı.! (On farklı cephede savaşan Osmanlı’nın asker kaybı bir buçuk milyonu aşmıştı! Mekânları Cennet, Ruhları şad olsun!)

[Irak cephesinde Kut şehrinde oluşan (7 Aralık 1915) Kut’ül Amare Kuşatması uzun sürünce sakallı Nurettin paşa’nın ardından komutaya gelen Halil Paşa (Kut) ile Kut’ül Amare Zaferi kazanıldıydı,(29 Nisan 1916). 25 bin askerin şehit verildiği bu zaferde bir İngiliz tümeninin bütün askerleriyle birlikte esir alındığı bu zafer için Halil (Kut) Paşa askerlerine hitapta bulunur:“.. Osmanlı sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci zaferi Çanakkale’de, ikinci zaferi burada (Kut’da) görüyoruz.”(Halil Kut Paşa)  Ne hazin bir tecellidir ki, Çanakkale’yi geçemeyen ingilizler o arap entrikalarından da yararlanıp İkinci Kut Muharebesi ile Kut’u geri alırlar.. (23 Şubat 1917)]

İngilizlerin Toroslar’a geçişini önleyen, Suriye’den önce Anadolu’nun savunulmasının öncelikli olduğunu savunan Mustafa Kemal, Suriye’deki 7. Ordu görevindeyken Mütareke oluşmuştu! Mütareke sonrasında Suriye’deki Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına getirilen Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi’nin şartlarının  çok ağır olduğunu, kabul edilmemesi gerektiğini Sadrazam İzzet Paşa’ya bir telgrafla iletmiş, aralarında tartışmalar oluşmuştu.. Mütareke gereği Yıldırım Orduları Komutanlığı 7 Kasım 1918’de lağvedilince Mustafa Kemal Paşa, yeni görev için bir çağrı üzerine Adana üzerinden İstanbul’a geldiğinde (13 Kasım), çok sayıdaki (55 adet) düşman zırhlı savaş gemilerinin kiliselerin çan sesleri eşliğinde Dolmabahçe önlerine ilerleyip İstanbul’un bağrında demir attığını gördüğünde çok üzülmüştü.! Ne hazindir ki bu zırhlıların kimi top namluları Dolmabahçe sarayına çevrilik idi.!

“Millî mücadelelere şasi hırs değil, millî ideali millî onur sebep olmuştur.” (Gz.M.K.A.) öğüdünde bulunan Anafartalar kahramanı Gazi  Mustafa Kemal Paşa, Haydarpaşa’dan Sirkeci’ye geçmek için bindiği köhne bir motorla düşman gemilerinin arasından geçerken bağrının derinliklerinden gelen bir sesle Geldikleri gibi giderler!(Gz.M.K.A.) (13 Kasım 1918) demişti..

Birinci Dünya Savaşı’nın bitişi ile birlikte Anadolu’nun her bir tarafında kışkırtmalar, kalkışmalar tertiplenirken, Mütareke bahanesiyle 14 mayısta Saray’a ve İzmir Valiliğine, yunan askerlerinin İzmir’e çıkacağı ve Mütareke’ye dair çözüm sürecinin bozulmaması için yunan askerlerine karşı konulmaması gerektiğinin tembihlenmesi ve bu şer dayatmaya tepki gösterilmemesi de  hayra alamet değildi.! Çanakkale’de o zalim düşmanı bu vatana katmamak için kan dökülerek, nice can verilerek korunmaya çalışılan bu güzel Vatan’a dair gündeme gelen İşgal direktifiyle ilgili haberler hangi yürekleri sızlatmazdı? Ki, 15 Mayıs (1919) günü iki yunan taburu İzmir’e çıkarma yapıyor; yunan bayraklarıyla süslenmiş İzmir rıhtımına çıkan o yunan taburu İzmirli rumlarca çılgınca alkışlanıyordu.! Bu vahim olay, İzmirli Türk halkını çok üzüyor; bu kötü habere, bu mezalime bütün Anadolu kan ağlıyordu.! Cihan imparatorluğu Osmanlı, onca gösterişli günlerden sonra bu duruma nasıl düşebilirdi; böyle bir vahim tablo nasıl kabullenilirdi?

Galip devletlerce dayatılan Mondros Mütarekesi’nin çözüm süreci bozulmasın diye o işgalci ve saldırgan silahlı yunan eşkiyalarına karşı konulmaması önerildiydi heyeti nasihalarca, şeyhülislam ve uzantısı kimi din adamlarınca.! Böyle bir esaret anlayışı nasıl benimsenebilirdi?! Ki, Mütareke’nin 5’inci maddesi gereği Cihan İmparatorluğu Osmanlı’nın Ordu birlikleri lağvedilmesine başlanılmış, askerin elinden silah alınmış, terhis edilmiş çok sayıdaki asker boynu bükük  olarak kentine, köyüne gitmişti!! Çözüm-Çözülüm süreci bozulmasın, düşman üzülmesin(!) denilircesine kimi yurtsever subaylar tutuklanmış; Ordumuz, askerimiz, silah kullanamaz, ülkeyi savunamaz hale getirilmişti.! O Mütarekenin 7’nci maddesi de Cihan İmparatorluğu Osmanlı’nın işgal edilmesine, adeta çözülüp bölünmesine zemin hazırlıyordu.!  (Md.7- İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edici bir durum olduğunda herhangi bir strateji noktasını işgal hakkına sahip olacaklardır.)

Çanakkale’yi geçemeyen o İngilizler, Mütareke dayatmasıyla rahatlıkla Anadolu’nun içlerine yöneldiler.. Samsun, Merzifon ve Eskişehir yöresine asker çıkaran İngilizler;  Musul, İskenderun, Urfa, Antep, Maraş, Adana yöresine de çıkarma yaptılar.. İngilizlerle Anlaşan Fransızlar; Adana, Antep, Maraş ve Urfa’ya da çıkarma yaptılar.. İtalyanlar; Antalya’ya asker çıkarıp Antalya’yı ve Konya’yı işgale yöneldiler.. Yöre halkı bu işgalcilere karşı yöresel olarak kazma kürek ile mücadele edip o işgalcileri yörelerinden atmaya muvaffak olduysalar da,  Cihan imparatorluğu Osmanlı’nın içine düştüğü, düşürüldüğü bu hazin durum içler acısıydı.! Böyle bir acı durum, yürekler parçalayıcı bu tablo, vatanperverlerce, yurtseverlerce nasıl benimsenebilirdi?

Cihan İmparatorluğu Osmanlının aydınlık ufukları o işgalci haçlı emperyalistlerce bir bir karartıldığı bir ortamda Anafartalar Kahramanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, Samsun ve yöresindeki Rumlara yönelik Türk baskılarını durdurmak için görevlendirildiğinden Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan (16 Mayıs’ta) ayrılarak tehlikeli, meşakkatli bir yolculukla 19 Mayıs’ta Samsun’a vardı.! “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” (Gz.M.K.A.) (1919) diyen Mustafa Kemal Paşa, Samsun’dan Havza’ya geçerek burada işgale karşı miting tertipledi. (30 Mayıs 1919). Millî Mücadele’nin ilk kıvılcımlarını oluşturan bu mitingden sonra Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a geri çağrıldıydı.  İgiliz baskısını dinlemeyip Amasya’ya geçerek “Vatanın bütünlüğü milletin istiklâli tehlikededir.” (Gz.M.K.A.), “Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” (Gz.M.K.A.) maddelerini içeren –Amasya Genelgesi(22 Haziran 1919) etkinliğini oluşturarak Erzurum’a gitti.. -Mustafa Kemal Paşa Erzurum’da da Millî Mücadele çalışmalarına yönelince, bu ulusal gayretin duyumunu alan igilizlerin Saray’a şikayetleri ve işgal güçlerinin dayatmaları sonucu Ordu Müfettişliği görevinden azledildi; gıyabında idama çarptırıldı, yakalanması, tutuklanıp İstanbul’la geri getirilmesi kararı çıktıydı.!  Bunun üzerine Mustafa Kemal, Erzurum’dayken gece vakti şöyle bir telgraf çekti: “Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak,.. için pek aşıkı bulunduğum yüce askerlik mesleğine bugün veda ve istifa ettim. Bundan sonra milli ve kutsal gayemiz için her türlü fedakarlıkla çalışmak üzere sine-i millette bir ferd-i mücahit suretiyle bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilan eylerim.”(Mustafa Kemal, 9 Temmuz 1919) diyerek çok sevdiği Ordu’dan istifa edip sivil bir vatandaş olarak hürriyete yöneliş için düşman işgalinden “Kurtuluş”un ve yeniden “Kuruluş”un çalışmalarını sürdürdü..

Millî Mücadele’nin başlatılması, (Türkiye) Büyük Millet Meclisi’nin oluşturulması, işgalden kurtulup yeniden yapılanmak için gerekli koşulların ve kuralların belirlenimi için çalışmalar, Amasya Tamimi’nin (22 Haziran1919) ardından Erzurum’da (23 Temmuz 1919) ve Sivas’ta (4 Eylül 1919) Kongreler yapıldı.. Ve ardından Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kuruldu. (23Nisan1920)

Mustafa Kemal’in öncülüğünde yapılan Milli Mücadele’ye yönelik bu etkinliklerde kararlaştırılan ve millete duyurulan temel unsurların bazıları şöyleydi;   “Vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir.”, “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”.. (Amasya Genelgesi’nden, 22 Haziran 1919) “Millî sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz.”, “Manda ve himaye kabul olunamaz.”, “Hıristiyan azınlıklara, siyasi ve sosyal egemenlik ya da dengemizi bozucu ayrıcalıklar verilemez.” (Gz.M.K.A.).. (Erzurum Kongresi’nden- 23 Temmuz 1919),( Erzurum Kongresi’nde alınan kararlar Sivas Kongresi’nde aynen benimsendi-4 Eylül 1919)

Millî  Mücadele’ye başlayış, işgalden kurtuluştan kuruluşa yöneliş için alınan bu tür güzel millî kararlar, savaş yorgunu ve yoksulu Anadolu insanımızın yanık bağrına serin bir su serptiyse de insanımızın bir kısmı hâlâ Osmanlı’nın eski günlerindeki gibi dipdiri olacağını sanıyor; İzmir’den işgale başlanıldığını, paylaşıma ve yıkılıma maruz kalınacağını kabullenemiyor, “Padişah Efendimiz, serdarlarımız, bu güzel ülkeyi ve milleti esarete maruz bırakmaz, eskinin o şanlı destanları yeniden oluşur!” beklentisinden de kurtulamıyordu.. Bu tür yanıltıcı Osmanlı”cılık söylemlerinin ortaya atılışı da dünkü karabulutların yeniden horlatılması içindir,Türklüğün birlikteliğinin sarsılması entrikaları içindi.!

Yunan ordusunun 15 mayıs 1919’da güzel İzmir’e çıkışını sağlayan İngiliz kuvvetlerince, 16 Mart 1920 sabahı çok sayıda İngiliz askeri başkent İstanbul’da karaya çıkarılarak, resmi daireler işgal edilmeye, karakollar basılmaya başlandı! Ne hazindir ki, Cihan İmparatorluğu Osmanlı’nın başkenti İstanbul resmen işgal altındaydı.! Kuvayı Millîye yanlısı mebuslar, ulusalcı aydınlar, işgale karşı duracağı sanılan subaylar yakalanıp bir kısmı Malta  adasına sürgüne gönderildiler, bir kısmı ise Bekir Ağa zindanlarına atıldılar.! Halkın uyanmamasına yönelik uygulanan bu durum, onca acılardan sonra halkın uyanmasına, Millî Mücadele’nin zorunluluğunun anlaşılmasına vesile oldu..

Dün göz göre göre ordu dağıtılıyor, ülke işgal ediliyor, halka eziyetler yapılıyorken, Padişah, Saray’ının, saltanatının derdindeydi.! İstanbul Hükümeti ise bir yandan İngilizlere şirin görünmeye, diğer bir yandan da Mustafa Kemal’in önderliğinde başlatılan Millî Mücadele’nin engellenilmesi için fetva ve fermanlar oluşturma gayretindeydi.. Anadolu’nun düşman işgalinden tez kurtuluşu için oluşturulan Kuvâ-yı Millîye’ye karşıt olarak bir Hilafet Ordusu tabir edilen Kuva-yı İnzibatiye (Hilafet Ordusu- İşgalcilerin isteği doğrultusunda Düzeni Sağlama Kuvvetleri, 18Nisan1920) oluşturulmuş, Anzavur Ahmet gibilerle adeta o işgalci ingilize hizmet etmeyi, Mustafa Kemalcilere ise eziyet etmeyi bir hüner görür gibiydiler.!  Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin Millî Mücadele karşıtı fetvaları iç ayaklanmaları da tetikliyor, Çerkez Ethem gibi diğer ayaklanmalar, işgalcilere karşı ulusal direnişi aksatıyordu.!

Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonucu 30 Ekim 1918’de Osmanlı ile galip devletler arasında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın şer dayatmalarıyla işgale, paylaşıma ve yıkılışa maruz kalış, bir mevsimsel doğa olayı değildir, Devletin durumuna yönelik bir felakettir.! Tarihin çöplüğündeki nice Türk Devletleri, Türk İmparatorlukları dıştan müdahaleden ziyade dış destekli içten kaynaklanan gaflet ve ihanetler yüzünden yıkıldıydılar.. Cihan imparatorluğu da benzeri tarihsel gidişata dair işgale ve paylaşıma maruz kaldıydı.. Böyle bir işgali, böyle bir yıkılımı aklı başında hangi Türk oğlu Türk, hangi Türk vatandaşı benimseyebilirdi?

Bu güzel Vatan toprağı, o emperyalist işgalci düşmanlara bırakılamazdı! Hele Padişahın, Sadrazamın gaflet ve dalaleti hiç hoş karşılanamazdı.. Çünkü Vatan söz konusuyken “Vazifeyi  ihmale sürükleyen merhamet, memlekete ihanettir.” (Gz.M.K.A.)  Bu nedenle Düşman işgalinden kurtuluşa dair Ulusal bağımsızlık için Anafartalar Kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde “Ya istiklâl ya ölüm!” (Gz.M.K.A.)1919) parolasıyla Millî Mücadele’ye  başlanıldıydı..

İngiliz’in teşvikiyle 15 Mayıs 1919’da güzel İzmir’den yurdumuza giren işgalci yunan ordusu, ingilizden, fransızlardan ve Amerikalılardan aldığı destek ve takviyelerle Anadolu’muzun içlerine kadar ilerlemeye başladı.! İstanbul Hükümeti, yunan ordusunun ilerleyişini engellemiyor, adeta benimsiyor gibiydi..  Yunan ordusunun ilerleyişinin durdurulması, yunanın onca mezaliminin önlenilmesi yerine, Kuvayı Millîye’mizin gayretlerinin engellenilmeye, Millî Mücadele’miz kötülenmeye, düşman işgaline karşı çıkan kendi yurtseverlerimiz, halkımıza düşmanmış gibi gösterilmeye çalışıldı! Ve hatta, kimi çıkarcılar, kimi gafiller, kimi hainler, yunan’a, rum’a, ingilize yardım etme yarışına girdiydiler; kendi insanlarımıza ise yunan’ın mezalimi gibi, rum’un vahşeti gibi ve hatta onlardan daha fazla mezalimlere yöneldiydiler.!

O işgal yıllarında Anafartalar Kahramanı Vatanperver Mustafa Kemal Paşa “asi” ilan edildiydi.! Saray ve şürekası, düşmana destek verircesine düşmanın onca mezalimlerini görmezden geldiler!! Oysa Mustafa Kemal Paşa; Osmanlıya, Padişaha karşı asilik yapmadı; Anafartalar Kahramanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale’de geçişlerine engel olduğu o işgalci haçlı emperyalist düşmanların bu güzel vatanımıza yönelik yeniden başlattığı o işgaline, Anadolu’muza yönelik mezalimlerine karşı çıktıydı..  Bunun içindir ki, Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz.” (Gz.M.K.A.) fikrindeki gibi, ecdadımızın kutsal emaneti bu güzel Vatan’ımıza yönelik dahili ve harici düşman saldırılarına karşı daima onurluca karşı durmak, vatanımızın ve milletimizin hürriyetini ve istiklâlini sebat ve azimle savunmak daima millî  bir görevdir..

Türklüğe, Türk yurduna yönelik bunca saldırılar nasıl benimsenebilirdi? Demek ki, Osmanlı’nın yönetimindekiler ya aciz, ya gafil ya da haindiler; belki de birçoğu Türklüğün sinsi düşmanıydılar.! Durum buyken, onca halk kitlesi, bu gafillerin, bu hainlerin şer içerikli şirin görünümlü söz ve eylemlerine nasıl güvendiler, onca takkiyelere nasıl inandılar? O işgal günlerinde Halkın büyük bir kısmı saflarını belirleyemedi, Padişah ve adamlarının fetva ve fermanları, yüzünden Mustafa Kemal’e ve askerlerine düşman(!) gözüyle bakakaldıydılar ta ki acıların kendilerini buluncaya dek.!

Yöresel tedbirleriyle yunan ordusuna karşı duran kimileri İstanbul’un etkisinde kalarak Ankara’yı tanımamaya yöneldi.! Bunun üzerine hem Çerkez Ethem gibi asilerin üzerine gidildi; hem Çerkez Ethem grubu dağıtıldı hem de yunan ordusu yenilgiye uğratıldı.. Birinci İnönü Savaşı (6/10 Ocak 1921) esnasında Kuvayı Milliye birlikleri Düzenli Ordu’ya dönüştürüldü. Düzenli Ordu’nun kurulmasının ardından Ordu’nun asker ihtiyacının karşılanması için bir Seferberlik ilan edildi..

Birinci İnönü Savaşı’nda yenilen yunan ordusu, bulduğu zaman boşluğu esnasında gücünü toplamıştı.. Yunan ordusu İkinci İnönü Savaşı’nın başlarında geçici bir üstünlük sağladıysa da (23 Mart/1 Nisan 1921) İsmet Paşa (İnönü) bu savaşı da galibiyetle bitirdi. Bu savaş sonunda, elde edilen başarının ehemmiyeti, Atatürk’ün İsmet Paşa’ya yazdığı şu mesajla dile getirilmişti; “… Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makus talihini de yendiniz.” (Gz.M.K.A.)  Çünkü bu başarı, gelecek günler için çok önemliydi.. (makus:ters dönmüş olan)

Yunan ordusu, Anadolu’nun içlerine ilerleyişini bırakmış değildi.. Bu sefer  Sakarya dolaylarında Atatürk’ün komutasında bir savaş hasıl oldu.. Yunan ordusunun taarruzuyla 23 Ağustos’ta başlayıp 22 gün 22 gece süren (ve İstiklal Savaşı Gazisi dedemin de yer aldığı) Sakarya Meydan Muharebesi çok çetin çatışmalara sahne oldu. Mustafa Kemal’in “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır; o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz!”(Gz.M.K.A.) diyerek  askerimizi motive ettiği bu çetin geçen ve uzun süren bu savaş, büyük kayıpların ardından kazanıldı.. (13 Eylül 1921) Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasının ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce Mustafa Kemal’e müşir (mareşal) ve gazilik unvanı verildi. (19 Eylül 1921)

İtilaf Devletleri’nden destek alan Yunan ordusu İnönü Savaşları’nın ardından Sakarya Savaşı’nda da yenilmesine rağmen çekip gitmedi; ingilizin desteğiyle savaşını, ilerleyişini Ankara’ya dek sürdürmek niyetindeydi! Oysa Üç yılı aşkın bir süreden beri ülkemizde bulunan o mezalimci yunan ordusunun ülkeden sökülüp atılması gerekiyordu.! Plansızlık ve tedbirsizlik gafletiyle oluşan İkinci Viyana Kuşatması (1683) hezimetinden beri hep savunma yapılıyordu! Düşmanı püskürtmek için sadece savunma tertibatı yeterli değildi, düşman üstüne taarruz da gerekliydi..(1922) Bu nedenle 26 Ağustos (1922) sabahı Kocatepe’den yapılan büyük bir taarruzla yunan ordusu Dumlupınar’da kuşatıldı..  Bozguna ve kayba uğrayan yunan ordusu etkisiz hale getirildi.. 26 Ağustos sabahı Afyon-Kocatepe’den başlatılıp 30 Ağustos’ta Kütahya-Dumlupınar’da taçlandırılan, galibiyetle sonuçlandırılan Kahraman Ordumuzun bu ulvi Büyük Zafer’i, Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!(Gz.M.K.A.) buyruğunun ardından o düşmanın 9 Eylül’de İzmir’de denize dökülüşüyle, İzmir’in Kurtuluşu ile sonuçlandırıldı.. Kahraman Türk Ordusu, bu savaşta Kocatepe’den başlanılıp harabeye dönmüş güzel İzmir’de sonuçlanan 450 kilometre mesafelik bu yolu onca yorgunluğa, açlığa ve susuzluğa katlanarak yaya olarak o düşmanı önüne katarak (Taarruz:26-30Ağustos=5 gün/ Kovalama:31Ağustos-9Eylül1922=10 gün) 15 günde tamamlamıştı..  Yaklaşık üç buçuk yıl süren yunan mezalimi sona erdirildiydi.. Ve ardından 23 Nisan’da temeli atılan Cumhuriyet’in, Lozan mücadelesinin ardından ilanına sıra gelmişti.. Cumhuriyet ile birlikte, sekiz yıl süren o savaşların (I. Dünya Harbi:1914-1918 ve İstiklal Harbi:1919-1922) acıları dindirilmeye, yıkıntıları ve yoksulluğu giderilmeye çalışıldı..

Bunca kötülüklere, ihanetlere, eziyetlere, aldatılmışlıklara rağmen bu vatan için kanı canı pahasına mücadele veren Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in vatanseverliği, bu vatana hizmeti nasıl anlaşılamaz? Ki, bütün bu tarihsel özetlemeden sonra bile, günümüzde de Büyük Komutan, Eşsiz Kahraman MareşalGazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu vatana hizmetini hâlâ anlayamayanlar varsa bir gaflet, bir aksaklık, bir tuhaflık, bir şeylerde bir noksanlık var demektir!!

Dünün işgalinin rahat yapılabilinmesi için “Heyeti Nasiha”larla halkın aldatılmasını sağlayabilmek amacıyla kapkara propaganda yapanlar, dünün işgalinde o haçlı emperyalistlere hizmet edenler, emperyalistleri sevindirmek için Mustafa Kemal’e ve Millî mücadelecilerimize büyük kötülükler yapan,iftirada bulunan gafiller, hainler, namertler gibi uzantılarının da dün olduğu gibi bugün ve yarınlarda da benzeri iftiraları, hainlikleri, kumpasları yaparak yurtseverleri yıpratmayı, askerimizi etkisizleştirmeyi, gerçek Atatürkçülerin vatan çalışmalarını engellemeyi, şehit ve gaziler emaneti bu güzel vatanımızı dünün o şer Sevr paylaşımına yönlendirmeyi, ulusal yatırımları çökertmeyi, AB’nin kapısında boyun bükmeyi yine hüner mi sanacaklardır!?

Özlerinde, mazilerinde Atatürk karşıtlığı bulunanlar, Türklüğün, Atatürkçülüğün karşıtları; Cumhuriyet kalelerinin yıkılmasına, Cumhuriyetin dönüştürülmesine dair çabalarını bir vatan hizmetiymiş gibi göstermeye çalışacaklarken, gerçek vatanseverleri hain gösterebilmeye yönelik nice tertipler, nice kumpaslar, nice entrikalar düzenleyerek görsel ve yazılı basın yoluyla da halkın zihnini bulandırmaya, kendi yalanlarına kendilerini de halkı da inandırmaya ve hatta kendilerinin hilekarlıklarını kamufle edip  dürüst çalıştıklarını göstermeye çalışacaklardır.! Bunca entrikalar,onca kirli senaryolar, Türklüğün düşmanı olanların, tarihte tekerrür ettirmeye çalıştıkları yıkım ve paylaşım oyunudur.! Türklüğün tarihinden, tarihin çöplüğündeki onca Türk Devletleri’nin içten yıkılışlarından doğru ibretler alınmalıdır.! Düşman oyunlarına gelinerek oluşan böyle yıkımları bir daha yaşamamak için Büyük Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe”sini, Başöğretmenimiz Atatürk’ün onca veciz öğütlerini çok iyi anlayalım ki, kumpaslara, tertiplere, hainlerin şer içerikli şirin söylemlerine kanmayalım, Emperyalizmin işbirlikçisi takkiyecilerin, Atatürk’e dil uzatan hainlerin, Türklük sevgisinden yoksunların bayrak-vatan içerikli hamasi söylemlerine aldanmayalım! Dünün işgalinden “Kurtuluş”umuzun ve yeniden “Kuruluş”umuzun büyük öncüsü Millî Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün oluşturduğu “Atatürk Yolu”ndan sapmayalım..

29 Ekim’i, 23 Nisan’ı över görünürken Andımız’ın kaldırılışına ses çıkarmayanların, Atatürkçü Gençlik yetişmesinin önüne geçilmesi için gençliğin dinsel eğitime yönlendirilip “dindar-kindar gençlik(!)” gayretleri, Millî Bayramların kutlanılışındaki kısıtlamalar, saptırmalar yapanların, işgal yıllarında düşmanın yaptığı onca mezalimlerini dillendirmeyenlerin, vahşet peşinde koşuşan o haçlı emperyalizmi lanetlemeyenlerin Atatürk’ü sever görünümlü söylemleri de bir takkiyedir; sahtedir.! Atatürk Yolu’ndan gitmek ancak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öğütlerini dosdoğru uygulamayla, Kemalizm’i dosdoğru savunmayla,  Atatürkçü Gençlik yetiştirmeyle sağlanır.. Türkiye, ancak kesintisiz Temel Eğitim ile ulusal eğitimini güçlendirir, kesintisiz Laik çağdaş Temel Eğitim ile çağdaşlığa yönelebilir.. Unutulmamalıdır ki, dünün işgalcisi o emperyalist düşmanlar ve işbirlikçileri, Atatürkçü Gençlik yetişmesini, Atatürk Türkiyesi’nin kalkınmasını, Türkiye Cumhuriyeti’nin ebediliğini istemezler; sinsice engellemeye kalkışırlar.!  Bu da gösteriyordur ki, “Cumhuriyete kindar, emperyalizme itaatkâr bir gençlik(!) yetiştirilmesi anlayışı varsa bu tutum hayra alamet değildir! Emperyalizme karşı duran, Millî Bayramlarımızdan coşku duyan, ecdadımıza saygıda bulunan, şanlı al bayrağımızı ilelebet taşıyacak olan, vatanı ve milleti huzur ve refaha kavuşturacak olan laik çağdaş bir gençlik yetiştirilmelidir.

Türkiye’mizin aydınlık yarınları için sadece Sakarya Zaferi, 30 Ağustos Zaferi yeterli değildir.. Atatürk’ün dediği gibi yeni bilim ve iktisat zaferlerine de, Türk Millî Eğitim Zaferleri’ne de yönelmeliyiz.. “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur.”(Gz.M.K.A.) öğüdünde bulunan Ulusal Başkomutanımız Büyük Atatürk, Dumlupınar’da yaptığı 30 Ağustos Zaferi’nin ikinci yıldönümüyle ilgili oldukça uzun tarihi konuşmasının içeriğini de iyi anlamak gerekiyor. Bu “Dumlupınar Konuşması”ndan kısa kesitler:

*“Beş gün aralıksız geceli gündüzlü devam eden en büyük meydan muharebesinin mahiyeti hakikiyesi bugün verilen tafsilattan ziyade, yarın tarihin hakemleri araştırmacıların tetkik ve muhakemeleri okunduğu zaman daha bariz, dahil kapsamlı bir surette anlaşılacaktır.”(Gz.M.K.A.)(Dumlupınar konuşması)

*“Beni, milletim, Türk milleti, emniyet ve itimadına layık görerek bu harekatın başında bulundurdu. Bu vazife ve memuriyetimin mesut hatırasını milletime karşı daima en derin minnettarlıklarla mütehassis olarak haz ile, iftihar ile muhafaza ediyorum. Vazifelerini milletin arzuyu vicdanisine, ihtiyacı hakikisine, yalnız onun yüce iradesine uyarak yapmış olanlara mahsus bir istirahatı vicdan ile bugün aranızda bulunurken hissettiğim bahtiyarlığı ifade edemem.” (Gz.M.K.A.) (Dumlupınar konuşması,1924)

*“Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada atıldı. Hayatı ebediyesi burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada pervaz eden şehit ruhları devlet ve Cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır. Burada esasını vazettiğimiz “Şehit Asker” abidesi işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu abide, Türk vatanına göz dikeceklere Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, saldırısını, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.” (Gz.M.K.A.) (Dumlupınar konuşması, 1924)

*“Efendiler, hakimiyeti milliye öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar. Avrupa’nın ortasından ta doğunun öbür ucundaki binlerce senelik memleketlere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğu’nun istihkak ettiği talihi daha güzel anlayabiliriz.” (Gz.M.K.A.) (Dumlupınar konuşması, 1924)

*“Arkadaşlar, sarayların içinde Türk’ten gayrı unsurlara güvenerek, düşmanlarla ittifak ederek Anadolu’nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir. Türk milletinin mübarek ata yadigârı olan bu topraklarda tam manasiyle efendi olarak yaşaması ancak o gereksiz ve manasız olduktan başka, mevcudiyetleri mahzı zarar ve felaket olan makamların bertaraf edilmesiyle mümkün olabilirdi.” (Gz.M.K.A.)(Dumlupınar konuşması, 1924)

*“Efendiler, Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da hükümran olmak kudret ve kabiliyetini göstermiş olan ecdadımız vaktinde bu sedayı işitmekten men edilmemiş olsalardı, Türk camiasının, Türk kültürünün, Türk çıkarlarının mahfuz ve feyizdar olacağı ana vatana bugünkü şekli harabisinde mi miras alırdık? Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor. İlim ve marifet, yüksek medeniyet, hür fikir ve hür zihniyet istiyor. Şeref, namus, istiklâl, hakiki varlık, vatanın bu taleplerini tamamen ve serian yerine getirmek için esaslı ve ciddi bir surette çalışmayı emreder.” (Gz.M.K.A.) (Dumlupınar konuşması, 1924)

*“Efendiler, artık bugün hayat ve insaniyet icapları bütün hakikatiyle tecelli etmiştir. Bunlara karşıt olan rivayetler ahlak ve imana esas olmaz. Hakikat tecelli edince yalan ortadan kalkar.. Safsatalar, hurafeler kafalardan çıkarılmalıdır. Her türlü yücelme ve olgunlaşmaya müsteit olan milletimizin toplumsal ve fikri inkılâp adımlarını kısaltmak isteyen maniler mutlaka bertaraf edilmelidir.” (Gz.M.K.A.) diyerek Dumlupınar nutkuna devam etmişti..

Bütün ümidim gençliktedir.(Gz.M.K.A.) diyerek gençliğe önem verilmesi gerektiğini öneren  yüce Atatürk, “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.  ..Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”(Gz.M.K.A.) dediği Türk gençliği için   Dumlupınar’daki o tarihi konuşmasının sonunda “Efendiler, son sözlerimi yalnızca memleketimizin gençliğine yöneltmek istiyorum! diye müsaade isteyerek geçliğe şöyle seslenmişti:  “Gençler! Cesaretimizi takviye ve idame eden sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. (Gz.M.K.A.) “Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyet’i biz tesis ettik, onu yüceltecek ve devam ettirecek sizsiniz.” (Gz.M.K.A.)

Ulusal önderimiz, ebedi Cumhurbaşkanımız,  ebedi Başkomutan Başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Dumlupınar Zaferi’nin ilk yıldönümü nutkunu tamamlarken şöyle demişti;  Arkadaşlar, bu gaza ve şehadet diyarını terk ederken Şehit Askeri hep beraber hürmet ve saygıyla selamlayalım.(Gz.M.K.A.) (Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK/Dumlupınar’daki konuşmasından, 30.8.1924)

30 Ağustos, o işgalci düşmanların bu güzel vatan topraklarımızdan sökülüp atılmasını sağlayan büyük bir zafer günüdür.  İşgalden “Kurtuluş”umuzun ve yeniden “Kuruluş”umuzun teminatı sayılan 30 Ağustos Zafer Bayramı da coşkuyla kutlanılmalıdır. İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da kahramanlıkları destanlaşan ve de Cumhuriyet’e yönelik olumsuzluklara karşı da göğüs germe azim ve kararlılığında bulunacak Türk Ordusu’nun ehemmiyetini de şöyle dillendirmektedir Gazi Mustafa Kemal Atatürk: “Zaferleri ve mazisi insanlık tarihiyle başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurları taşıyan Kahraman Türk Ordusu! Memleketini, en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmışsan, Cumhuriyet’in bugünkü feyizli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silah ve vasıtalarıyla mücehhez olduğun halde, vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur.” (Gz.M.K.A.)

Ne mutlu Türküm diyene.(Gz.M.K.A.) demeyi önemseyen Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyet için çok önem verdiği şanlı ordumuza yönelik entrikalara, kumpaslara Atatürkçü anlayışla daima karşı durulmalı, dahili ve harici düşman oyunları tez bozulmalıdır. Sevr’i hortlatmak isteyen harici ve dahili düşmanlar, bop entrikalarıyla, şer kumpaslarla Cumhuriyetimizin yılmaz savunucusu ordumuzu yıpratmak, aydınlarımızı susturmak, oluşturabilecekleri zafiyetlerden yararlanmak, uygulayacakları kaoslarla yurdumuzu parçalamak, ulusumuzu birbirine düşürmek peşindedirler.!

Dost görünümlü o emperyalist Amerika demiş ki,”Türk ordusu raydan çıktı.!”  Türk Ordusu’nun önderi de rehberi de Atatürk’tür.. Oysa o haçlı emperyalistlerce ve işbirlikçilerince asıl raydan çıkarılmak istenilen, Cumhuriyet’in teminatı Türk Ordusu’dur, Türk Subayı’dır, Türk Aydını’dır, Türk halkıdır, Türk Gençliği’dir.!  Yeter ki, Türk Gençliğini, Atatürk Ordusu’nu  Atatürk Yolu’ndan saptırmaya kalkışacak gafillerin, hainlerin, iç ve dış düşmanların ellerine fırsat verilmesin; yeter ki onların süslü şirin söylemli sinsi şer entrikalarına aldanılmasın.!

Tarihimiz iyi bilinmelidir. O işgal günleri öncesinde yurtsever subayların, vatansever aydınların tutuklanması, Malta’ya sürülmesi, zindanlara atılması o işgalci emperyalist düşman oyunuydu! Bu düşman oyunları, dün olduğu gibi günümüzde ve yarınlarda da işbirlikçileriyle senaryolaştırılacağı ve uygulanacağı gerçeği yabana atılmamalıdır.! Bu tarihi gerçekler çok iyi bilinerek Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlarının takkiyelerine asla adlanılmamalıdır.! Çünkü, emperyalizm işbirlikçisi çakallar koyun postuna bürünseler de yine emperyalizme hizmet eden çakallardır.! Bu gafiller, bu hainler bayrak sever gibi görünseler de Türklüğe, Türkiye’ye, Cumhuriyet’e, Cumhuriyet’in kazanımlarına ezeli düşmandırlar.!

Ebedi bağımsızlık ve çağdaş uygarlık için bilim ve ekonomik bağımsızlık da önemlidir.. Bilim ve iktisat zaferinin önemini de şöyle belirtiyordu Atatürk; “Askeri zaferleriyle mağrur olmayalım; yeni bilim ve iktisat zaferlerine koşalım.”(Gz.M.K.A.), “Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlıkla sağlanır.” (Gz.M.K.A.) (Ki, kendi fabrikalarımızda, bağ bahçe ve çeşitli iş alanlarımızda kendimiz üretirsek ancak böyle üretimler millîdir. Yabancıların oluşturacakları yatırım ve üretim milli değildir!), “Bir millet savaş alanlarında ne kadar zafer elde ederse etsin, o zaferin sürekli sonuçlar vermesi ancak kültür ordusu ile mümkündür.” (Gz.M.K.A.)

Çok iyi bilinmelidir ki, dünün işgalcisi ve paylaşımcısı o haçlı emperyalist düşmanlar, dün olduğu gibi günümüzde de, yarınlarda da şer entrikalarına, kumpaslarına dinsel söylem ve eylemleriyle işbirlikçilerini de yönlendirerek, 30 Ağustos Zaferi ile sağlanan Lozan kazanımlarıyla aydınlanmaya kavuşan Atatürk Cumhuriyeti’mizin aydınlık ufuklarını yeniden karartma peşindedirler.. Bu nedenlerledir ki, dünkü işgalden kurtuluşumuzun ve yeniden kuruluşumuzun öncüsü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün şu veciz öğüdü de iyi anlaşılmalıdır; “Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir.” (16 Mart 1923- Adana, Mustafa Kemal Atatürk)  “Din gibi temiz bir duygu, politika gibi kirli oyunlara alet edilemez. Din, ait olduğu yerde, temiz vicdan sahnesinde yaşanmalıdır.” (Gz.M.K.A.), “Türkiye’de Türkiye’den başka bir şey düşünmemeli. Ancak bu düşünceyle hareket ederek her türlü kurtuluş ve mutluluk hedeflerine ulaşabiliriz.” (Gz.M.K.A., Dumlupınar, 1924) diyordu Atatürk. Çünkü o işgal yıllarında Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin Millî Mücadele karşıtı fetva ve bildirileri İngiliz ve yunan uçaklarıyla Anadolu içlerine attırdığı ve rumlarla, ermenilerle ve hatta yunan askerleriyle Anadolu içlerine ilettirdiği fetva ve bildirilerdeki dinsel söylemlerle halk yanıltılmaya çalışıldı! Bu nedenlerleydi ki, ilk başlarda bir kısım halk Kuvayı Millîyecilere karşı kuşkulanmaya ve karşı durmaya, iç isyancılar safında yer almaya başlamıştı.! Kuvayı Millîye’yi savunan birçok müftüyü görevden alan şeyhülislam Mustafa Sabri, fetvalarıyla Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’in divan-i harp’te yargılanmasına ve idam edilmesine ve hatta Gazi Mustafa Kemal’in gıyabında idama çarptırılmasına etken olmuştu! Bu nedenlerledir ki, Büyük Atatürk’ün bu öğüdü de doğru anlaşılmalıdır, her daim dosdoğru uygulanmalıdır;  “Efendiler, sırası gelmişken, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin.” (Gz.M.K.A.) (Nutuk)

Unutma ki, dünün işgalcisi ve paylaşım özlemcisi o haçlı emperyalistler, günümüzde de kutsal dinimizi yine kendi şer emellerine kalkan edinecek, yine halkın dini ve millî duygularını sömüreceklerdir.. Ki, korkulmasın ve unutulmasın ki, din elden gitmez; yeter ki Vatan zarar görmesin! Yıkılan nice Türk Devletleri gibi yine onca hainlerin, onca truva atlarının oyunlarına gelinmesin.!

Çok iyi bilinmelidir ki, 3O Ağustos Zaferi denilen bu büyük millî utkunun özü Ulusal Egemenliğe yöneliştir.. Bu sayede ulusal eğitimimizi ve millî kültürümüzü geliştirip ulusal benliğimizi pekiştirmek; ulusal kalkınmanın temeli olan ulusal yatırımlara, şehit ve gaziler emaneti bu kutsal Vatan toprağımıza, ulusal tarımımıza, ulusal sanayimize onurluca sahip çıkarak kalkınmaktır ve şanlı bayrağımızı, ulusal bağımsızlığımızı, bu güzel yurdumuzu ebedi kılmaktır 30 Ağustos Utkusu..

Ulusal önemlilik arz eden ulusal yatırımlarımızı, şehit ve gaziler emaneti bu kutsal vatan toprağını ele satmayı manda görevi bilen gafilleri aymazlıktan uyandırmak, o sinsi  haçlı emperyalist düşmanın ulusallığımıza ve ulusal bağımsızlığımıza yönelik şer entrikalarını bozmak 3O Ağustos Utkusu’nun ulusumuza verdiği ulusal bir görevdir.!

3O Ağustos; Şanlı Ordumuzun, Ecdadımızdan Yadigâr Bu Güzel Yurdumuzun, Aziz Ulusumuzun Ulusal Bayramıdır.  Bu güzel bayramımız dosta güven, düşmana kaygı veriyor! “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.”(Gz.M.K.A.)(30 Ağustos1925,Kastamonu-Türk Ocağı konuşmasından) diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğiyle bu güzel Anadolu’muzun o karanlık ufuklarını yeniden aydınlatan bu Büyük Zafer’imiz 30 Ağustos’un ulusal ve onursal kazanımlarını kendi şer amaçlarına engel gören o haçlı emperyalistlerin bu güzel Türk yurdunu yeniden bölüp yıkımına yönelik o şer Sevr emelleri süregelirken dün olduğu gibi Türk Ordusu’nun yetkisiz etkisiz kılınması senaryolarına karanlıklardan medet uman içimizdeki sinsi işbirlikçilerin, o sözde aydınların-yazar çizerlerin çanak tutmalarını da hatalarını söyleyerek engellemek her yurtsevere düşen ulusal ulvi bir görevdir. Vatanımızı ve Ulusal Bağımsızlığımızı ebedi kılmalıyız… Ulusallığımızın, istiklâlimizin ve istikbalimizin temel ilkesi Atatürk’ün ilkesidir, aydınlık uygarlaşma yolumuz Atatürk yoludur.. Bu nedenledir ki, “Atatürkçülük; Atatürk İlkeleri’ni ve Atatürk Devrimleri’ni benimsemek, savunmak ve yaşatmaktır; emperyalizme, hurafe gericiliğine, şer sevr bölücülüğüne ve benzeri sinsi şer bop ihanetine onurluca karşı durmaktır; kıyısıyla adasıyla vatan toprağını onurluca savunmaktır; Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmak, sebat ve azimle bu güzel Türkiye’mizi vatanı ve milletiyle huzura ve refaha ulaştırmaktır; ulusallığımızı ve ulusal tam bağımsızlığımızı ebedi kılmaktır..” diyorum.

İnönü Zaferleri’den (10 Ocak/1Nisan1921) sonra, 22 gün 22 gece süren (23Ağustos-13 Eylül 1921) Sakarya Meydan Savaşı’nın o çetin çatışmalarıyla elde edilen Sakarya Zaferi’nin (13 Eylül 1921) ardından kazanılan 3O Ağustos (1922), büyük bir Ulusal Utkudur. İşgalci sinsi haçlı emperyalizme karşı Ulusal Kurtuluş Mücadelesi verilerek elde edilen bu Zafer ile Cumhuriyet’imizin kuruluşunu sağlayan, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” (Gz..M.K.A.) öğüdünde bulunan büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüze ve o yokluklarda, o bin bir zorluklarda canları kanları pahasına bu kutsal vatanımızı düşmanlardan kurtararak bizlere emanet eden şanlı kahraman Ordu’muza, şanlı şehitlerimize ve kahraman gazilerimize daima minnettarız..

30 Ağustos Zaferi, düşman işgalinden ve mezalimlerinden “Kurtuluş”tan yeniden “Kuruluş”a, 29 Ekim 1923’e giden yoldur.. Ve yine de iyi bilinmelidir ki, 30 Ağustos Zaferi, Lozan’ın kazanılmasına, Cumhuriyet’in ilanına, Bağımsız Türkiye’nin kuruluşuna yönelişin zaferidir..

Ulusallığımızın ve ulusal bağımsızlığımızın devamlılığını ilke edinerek Atatürk Yolu’nda gitmeyi görev bilen kahraman Türk Ordusu’un 3O Ağustos Zafer Bayramı’nı içtenlikle kutluyor; bu Büyük Zafer’in, bu ulvi Ulusal Utku’nun yüce Türk ulusumuza, bu güzel Vatan’ımıza Atatürk Yolu’nda daimi esenlikler, güzellikler getirmesini temenni ediyorum ve diyorum ki: 30 Ağustos’un önemini çok iyi anlayalım! Dün olduğu gibi bugün ve yarınlarda da aydınlık ufuklarımızı yeniden emperyalizmin o şer ağlarıyla sinsice sarmalamaya ve karartmaya yönelen haçlı o emperyalist Batı’nın IMF, AB, DAT, BOP, misyonerlik gibi esaret örümcek ağlarını tez koparıp tarihin çöplüğüne atmalıyız! Emperyalizm yandaşlarının, mandacıların, hilafet ve saltanat özlemcisi gericilerin ve sevr bölücülerinin, şahsi ikbal ve saltanat peşinde koşuşanların hamasi söylemlerine aldanmamalıyız.! O haçlı emperyalizmin  Yurdumuza ve Ulusumuza yönelik onca sinsi şer entrikalarını, yurdumuza ve siyasetimize ve hatta Atatürk’ün partisine bile truva atlarını katma oyunlarını tez bozmalıyız.!  Andımız’a, Ay Yıldızlı Al Bayrağımıza, Ulusal Bağımsızlığımıza, TC’mize, bu kutsal Vatan toprağımızdaki Türkiye’mize, Türklüğümüze, Türkçe’mize, Millî Eğitimimize, Kesintisiz Laik Çağdaş Temel Eğitimi’mize, Ulusal yatırımlarımıza, millî sanayimize, millî üretimimize, Millî Bayramlarımıza, Ulusallığımıza ve bu kutsal Vatan toprağımıza, Cumhuriyetin kazanımlarına,Ordumuza, yurdumuza, Atatürk İlkelerine ve Devrimlerine, Vatanımıza, Ay yıldızlı al bayrağımıza, ulusallığımıza ve ulusal tam bağımsızlığımıza daima dürüstçe ve onurluca sahip çıkmalıyız.. Emperyalizmin sinsi işbirlikçilerinin, Truva atlarının  şirin söylemli takkiyelerine kanmamalıyız.!

Emperyalizmin çıkarlarına hizmet edenlerin, Türklük birlikteliğini dağıtmaya ve Türkiye’yi paylaştırmaya çalışanların, Türkçeyi yıpratmaya, etnik unsurlar hortlatmaya yönelenlerin, haçlılığa hizmeti temin için ılımlı İslam safsatalarıyla  kutsal dinimize nifak katmaya çabalayanların, Cumhuriyetimizi dönüştürme, yurdumuzu bölüştürme peşinde koşuşanların, şanlı ordumuzu yıpratmaya uğraş verenlerin, ulusal bayramlarımızı unutturmaya, Atatürkçü Gençlik yetişmesini engellemeye yönelik sinsi çabalarını hüner sananların şer gayretlerini ulusal bilinçle tez engellemeliyiz! Düşmanın işbirlikçisi bu gafillerin, bu hainlerin hamasi sözlerine, bayrak sever takkiyelerine aldanmamalıyız.!

Mutlu aydınlık yarınlarımızın meşalesi 30 Ağustos Zafer Bayramı Utkusu’nun devamlılığının temini için Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzü, Gençliğe Hitabe’yi ve Atatürk’ün bütün öğütlerini, Atatürk İlkeleri’ni ve Türk Devrimleri’ni çok iyi anlayıp Atatürk aydınlığında özde ‘Atatürkçü Anlayış’ ile Atatürk Yolu’nda dosdoğru gitmeliyiz.. Cumhuriyetimizi dönüştürmeye çalışanları, aydınımıza, Ordumuza, yurdumuza kumpas peşinde koşuşanları lanetlemeliyiz. Şanlı Ordumuza, şehit ve gazilerimizin kutsal emaneti bu güzel yurdumuza ve aziz ulusumuza yönelik şer senaryoları, sinsi entrikaları, kirli oyunları tez engellemeliyiz. 30 Ağustos’tan, Cumhuriyetten, Cumhuriyetin kazanımlarından, canları kanları pahasına bizlere bu kutsal vatanı emanet eden şanlı şehitlerimizden ve kahraman gazilerimizden, ulusallığımızın büyük önderi Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten daima onur ve gurur duymalıyız..  Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzü,  Vatan ve İstiklâl Mücadelesi kahramanlarımızı daima saygı, minnet ve şükran duygularıyla anmalıyız..

Büyük Zaferimiz için “Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât, Türk Ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.

Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bu ordunun başkomutanı olduğumdan mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.” (Gz.M.K.A.) (Dumlupınar konuşması, 1924) diyen ve bu güzel Cumhuriyetti gençliğe emanet eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü daima doğru anlamalıyız.. Yakın tarihimizi de çok iyi bilmeliyiz:

30 Ağustos Zaferi’nin ulviyeti, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin önemi çok iyi idrak edilmelidir. Başkomutanlık, Türklüğe, Türkiye’ye, Cumhuriyet’e ve Cumhuriyetin kazanımlarına bağlıktır. Ki, Başkomutanlık; ecdadımızın emaneti bu kutsal vatanımızın emperyalizme karşı savunulmasını, o haçlı emperyalizmin öteden beridir güdülendirdiği harici ve dahili her türlü düşmanların sinsi şer senaryolarına, kirli oyunlarına onurluca karşı durulmasını, Ordumuza ve yurdumuza dosdoğru sahip çıkılmasını, Türklüğün ve Türkiye’nin ebedi bağımsızlığı için dürüstçe çalışılmasını gerektirir.. Bu nedenlerledir ki, Atatürkçülük bir bütündür.. Atatürk ilkeleri ve Atatürk Devrimleri daima iyi anlaşılmalı, doğru uygulanmalı ve de dosdoğru savunulmalıdır.. Çağdaşlık ve Laiklik temelli Atatürk İlkeleri ve Atatürk Devrimleri bir bütündür, keyfi yorumlanıp saptırılamaz.! Ve bu nedenle diyorum ki, ebedi bekamız ve daimi aydınlık güzel yarınlarımız için “İlkemiz Atatürk’ün İlkesi, Ülkümüz Atatürk’ün Ülküsü, Yolumuz Atatürk’ün Yoludur.

1926’da Zafer Bayramı olarak kabul edilip kutlana gelen 30 Ağustos Bayramı, Ulusal ve Onursal Utkumuzdur.. Kahraman Ordumuzun bu ulvi Zafer Bayramı Güzel Yurdumuza ve Aziz Ulusumuza tekrar  Kutlu Olsun! diyorum; Şanlı Ordumuzun, ecdat yadigârı bu güzel yurdumuzun onuru, gururu sayılan ve şanla şerefle kutlanılması gereken bu Büyük Zafer’imizin her yıldönümü, Şanlı Ordumuza, Kutsal Yurdumuza ve Aziz Ulusumuza azim ve başarı, huzur ve esenlikler getirmesini ve de bütün dünya barışına katkı sağlamasını temenni ediyorum.