9 Eylül, Güzel İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşu günüdür ve yurdumuzun işgalden kurtuluşa yönelişi günüdür. Şanlı Ecdadımızın yadigarı bu kutsal vatan toprağımıza yönelen dünkü o düşmanların işgaline ve mezalimlerine karşı Anafartalar (29 Ağustos 1915) Kahramanı Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın rehberliği ve önderliğiyle Millî Mücadele’ye başlayıp Sakarya’da (22 gün 22 gece) büyük bir savunma yapan Kahraman Ordu’muzun Büyük Taarruz’u ile Dumlupınar’da oluşan ulvi 30 Ağustos Zaferi’yle elde edilen ilerleyişle (5 gün süren Büyük taarruzun başlayışının15 gün sonrası) güzel İzmir’de sağlanan bu tarihi gün, bu kutlu gün, bu güzel gün Güzel İzmir’imizin düşman işgalinden kurtuluşu, yurdumuza ve ulusumuza Kutlu Olsun.
15 Mayıs (1919), düşman işgaline maruz kalan güzel İzmir’imiz ve yurdumuz için kapkara bir gündü.! Saray’ın ve Sadrazamın gafletiyle oluşan böyle bir hazin durum nasıl benimsenirdi?! Hüzün dolu o kara günler güzel İzmir’de 9 Eylül sabahı aydınlandı.. Kocatepe’den (26 Ağustos) şahlanıp 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da coşan Kahraman Ordumuz, bir yangın yeri haline dönüşen esir İzmir’i 9 Eylül (1922) sabahı düşman işgalinden ve mezalimlerinden kurtardı.. “Bütün cihan işitsin ki, efendiler, artık İzmir, hiçbir kirli ayağın üzerine basamayacağı kutsal bir topraktır!” (Gz.M.K.A.). (09.09.1922) diyen Gazi Mustafa Kemal Paşa, onca yokluklara, bin bir zorluklara rağmen kanla irfanla kazanılan bu büyük “Zafer”imiz için, “Başarı Milletindir!.” (Gz.M.K.A.) (İzmir -10 Eylül 1922) demiştiyse de bile yine de iyi bilinmelidir ki, onca engeller onun büyük önderliği ve rehberliğiyle aşıldı..
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün önerliğiyle Kocatepe’den (26 Ağustos) coşup şahlanan Kahraman Ordumuzun büyük azmi ve aziz milletimizin desteğiyle oluşan (Afyon’un 27 Ağustos’ta ve Kütahya’nın 30 Ağustos’taki kurtuluşu ile gerçekleşen) Büyük Taarruz Zaferlerimizin ardından Güzel İzmir’in Düşman İşgalinden Kurtuluşu, sadece güzel İzmir’in değil, İzmir’e yönelirken Uşak’ın (1 Eylül1922), Eskişehir’in (2 Eylül1922), Bilecik’in (6 Eylül1922), Aydın’ın (7 Eylül1922), Manisa’nın (8 Eylül1922) ve de İzmir’e ulaşılmanın ardından da Bursa’nın (10 Eylül1922), Soma’nın (13 Eylül 1922), Bandırma’nın (17 Eylül 1922), Biga’nın (18 Eylül1922) ve Mudanya Mütarekesi’nin (11 Ekim 1922) etkisi vesilesiyle oluşan Lozan (24 Temmuz 1923) kazanımı ardından (13 Kasım 1918’de düşman çemberine maruz kalan ecdat diyarı Osmanlı Başkenti) İstanbul’un (6 Ekim1923), velhasıl bütün Anadolu’nun düşman işgalinden kurtuluşunu gerçekleştirdi.. -Kahraman Ordumuzun Güzel İzmir’imize doğru ilerleyerek düşmanın denize dökülüşüyle oluşan -Düşman İşgalinden Kurtuluş-; Ulusal Kurtuluş erincimizi, yeniden İstiklâle ve istikbale yönelik yürüyüşümüzü, (Ki,16 Mart 1920’de Osmanlı başkenti İstanbul fiilen düşman işgali altındayken Sultan Vahdettin tarafından düşmana karşı vatanın savunulması mücadelesinin yapılması yerine Meclis-i Mebusan 11 Nisan 1920’de kapatılınca) dün oluşan o düşman işgaline karşı Millî Mücadele için 23 Nisan 1920’de kurulan Büyük Millet Meclisi (TBMM) ile temelleri atılan bu güzel Türkiye Cumhuriyeti’mizin resmen Kuruluş ulviyetinin temininin kazanımını sağladı.. Kutlu Olsun.
Bu güzel gün vesilesiyle denilebilir ki;
“Balkanlar’dan beridir on yıl süren bir savaş.!
Ne acılar yaşandı, dünü bil ey Arkadaş!
İstiklâl ve Hürriyet tek ulusal erekti;
Dış ve iç düşmanlarla mücadele gerekti.!
Atatürk’ün gayreti Kurtuluş’a seferdir;
Sakarya savunmadır, Dumlupınar Zaferdir..
Düşman engellerini yıkıp aştık hep bir bir,
O zalim düşmanlardan kurtuldu güzel İzmir.
Unutma! Dünkü düşman yine kaos peşinde.!
Hainlere aldanma! Dürüst çalış işinde..
Korursak kalkınarak yücelir kutsal Vatan;
Namerttir o düşmana yurt toprağını satan!
Nasıl unutulur ki, İzmir’deki onca gam!
Depremi de yaşadı mahzun mağdur Sakarya’m.!”
(Kara Günlerden Kurtuluş’a – Kemal KOÇÖZ)
dizeleriyle dillendirilenler misali o savaş yıllarının, o işgal günlerinin, nice mezalimlerin, nice yıkıntıların bu güzel yurdumuz ve aziz ulusumuz üzerindeki onca acıları, nice gamları nasıl unutulur? Rum şarkıları, rum çalgıları ve alkışları eşliğinde kasıla kasıla İzmir meydanına ilerleyen yunan sancaktarını tabancasıyla, tek ilk kurşun atışıyla atından devirerek Müttefik Devletler (İngiltere-Fransa-İtalya) Donanması destekli fiili işgali İzmir’den başlatma peşindeki o emperyalist işgalci düşman güruhuna ilk kurşunu sıkan gazeteci Hasan Tahsin nasıl unutulur?
-İZMİR MARŞI-
“İzmir’in dağlarında çiçekler açar,
Altın güneş orada çiçekler açar,
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar;
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa,
Adın yazılacak mücevher taşa.
İzmir’in dağlarında oturdum kaldım,
Şehit olanları deftere yazdım,
Öksüz yavruları bağrıma bastım;
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa,,
Adın yazılacak mücevher taşa.!” sözleriyle oluşur İzmir Marşı’mız.
Aslı beş kıta olan, bestelenmiş sözleri ise yukarıdaki gibi iki kıtadan oluşan ve sözlerinin anonim olduğu ileri sürülen ve düşmanlar tarafından işgale maruz kalan Güzel İzmir’in o düşman işgalinden ve mezalimlerinden Kurtuluş Günü’nün sevincini, Güzel İzmir’in Kurtuluş Zaferi’nin coşkusunu dillendiren bu güzel İzmir Marşı her bir yurtsever ferdimizi duygulandırmaz mı, coşkulandırmaz mı? Bu Güzel İzmir Marşı’ndan da serzenişlerde bulunanlar varsa bu gaflet neden? Bu güzel marşımızdaki hangi söz veya durum onları üzüyor olabilir, belirtselerdi bari? ! -4 yıl 10 ay 23 gün süren işgal.! (13 Kasım 1918 – 6 Ekim 1923) yıllarının acıları, hüzünleri, onca mezalimleri nasıl unutulur, nasıl unutturulur?! İşgalci düşmanın denize dökülüşüyle dünkü mezalimlerinden kurtuluştan nasıl sevinilmez?! Ecdadımızdan yadigar bu kutsal Vatanımızın, cefaya maruz kalmış aziz ulusumuzun yeniden Hürriyetine kavuşmasından nasıl gururlanılmaz?!
Dökebildik mi gerçekten o haçlı emperyalizmin işgalcilerini denize? Giderebildik mi o savaş yıllarının yokluğunu, yoksulluğunu, yakılmışlığını ve geri kalınmışlığını? Tez sarabildik mi yaşanılan büyük mezalimlerin yaralarını; giderebildik mi yitirdiklerimizin acılarını? Yok edebildik mi ‘manda’ gafletini ve yabancıya hizmet hayranlığı ihanetini; cehaleti ve sefaleti? Yeterince anlayabildik mi, yerine getirebildik mi öğütlerini Ata’mın? Ya Ulusal uygarlığımızın, İstiklâlimizin ve İstikbalimizin temeli sayılan Millî Eğitim’imiz üzerindeki ulus ötesi şer dayatmaların ve günümüzdeki yeni yapılanmaların Atatürk Cumhuriyeti’mizin kazanımlarının güçlenmesine mi yoksa güçlükler görmesine mi yönelikliğini kavrayabildik mi?! Sahiplenip koruyabildik mi stratejik ulusal yatırımlarımızı?! Gereğince anlayabildik mi İstiklâl Marşı’mızı, Andımız’ı, İzmir Marşı’mızı?! Ki, “Hayattaki yegâne üstünlüğüm, Türk olarak doğmaktır!” (Gz.M.K.A)-, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” (Gz.M.K.A.)- diyen, Türklüğün hürriyetine ve Türkiye’nin ebedileşmesine, ecdat yadigarı bu kutsal vatanımızın bekasına büyük bir önem verdiğinden “Türk; Öğün (düşün), Çalış, Güven!”(Gz.M.K.A.). yöntemini pekiştirircesine “Bağımsızlık benim karakterimdir” (G.M.K.A) diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün “Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlıkla sağlanır.” (Gz.M.K.A.). öğüdünü de yeterince kavrayıp özümseyebildik mi? Güzel dilimiz Türkçemizin öğretilmesi ve okuma-yazmanın yurdun her bir ücra köşesinde dahi etkin kılınması milli bir görev iken Türkçe’ye ve Türklüğe rakip etnik diller ve unsurlar geliştirme gayreti gafleti neyin nesidir? Dünün o şer Sevr özlemcisi ve günümüzün sinsi BOP şerri (Büyük Ortadoğu Projesi: Batının Ortadoğu’yu Paylaşımı) peşindeki o haçlı emperyalizmin de özlediği Atatürk Yolundan uzaklaştırılmamızın gayreti, dindar-kindar gençlik çabası hayra alamet değildir.!
Cihan İmparatorluğu Osmanlı’yı çökertmeye yönelik dünün I. Cihan Savaşı sonrası dayatılan o şer Mütareke’nin (30 Ekim 1918) ardından oluşan o işgal yıllarındaki kumpasların, dinsel söylemli entrikaların, “Heyeti Nasiha”ların, manda severliğin ısrarla lanetlenilmesi gerekirken, günümüzde ve yarınlarda da benzeri yansımaları ortaya çıkarsa gaflet ve dalaletle “Bu hortlayışlar bir kaderdendir!” mi diyeceğiz?! Dünün benzeri gibi bugün ve yarınlarda da yine bu güzel yurdumuza ve aziz ulusumuza yönelik sinsice oynayacakları şer oyunları, yeniden tezgahlacakları nice tertipleri, sinsice kurgulayacakları onca kumpasları yine bu emperyalizmin dünkü işgaline karşı Millî Mücadele verilerek o işgalden kurtuluşu sağlanıp oluşturulan bu güzel Türkiye’mizi de sarsmak için Osmanlı misali birlikteliğimizi yıpratmaya, Sevrbop şerri misali bütünselliğimizi çözüp yıpratarak dünkü gibi paylaşıma uğratılması zeminine yönelik değil de nedir? Tarihten ibret almak varken yine gaflet ve ihanet zemininin temini sebebiyle oluşacak olan yanlışlıklar neye, hangi akla hizmettir?!
Sarsılmaz yıkılmaz sanılan koskoca Cihan İmparatorluğu Osmanlı’yı sarsan ve çökerten etkenler; düşmanın sinsi şer içerikli söylemlerine ve hurafelere aldanışlar, o haçlılara imtiyazlar tanınışlar, din tacirlerinin aracılığıyla laik çağdaş eğitimin kötülenmesi yüzünden yeteri eğitimin yaygın okullaşmanın olmayışı nedenleriyle birçok devlet işleri elemanlarının azınlıklardan (ecnebilerden) sağlanışlar, din tacirlerine aldanışlar, Türklüğün ezeli ve ebedi düşmanlarının sinsi şer entrikalarından, gaflet ve ihanetlerden uyanamayışlar, İstanbul’daki işgal güçlerinin Saray’a ve sadrazama baskılarıyla meydana gelen ferman ve fetvalara aldanışlar, şahsi ihtiraslara kapılış yanılgıları büyük bir gaflet ve dalalet ve hatta bu güzel vatana hıyanet değil miydi?
Kafkaslar’dan Tuna boylarına, Yemen çöllerinden Trablusgarp çöllerine kadar çok geniş bir alanda açılan ve iki elin parmağı sayısındaki onca cephelerde o saldırgan işgalci düşmanlara karşı bu güzel vatan toprağını savunmak için canı kanı pahasına savaşan ve de en büyüğü Çanakkale’de yaşanan ve Çanakkale’deki Zafer ile o haçlı emperyalist saldırgan düşmanın onca güçlü donanmasını hezimete uğratan, sayıca ve silahça üstün bulunan o düşmanın kara gücüne geçit vermeyen, Irak’ın Kut şehri civarında saldırıda bulunan İngiliz birliğinin komutanlarıyla birlikte toptan esir alınmasıyla meydana gelen Kut’ül Amare Zaferi (29 Nisan 1916) ile o kibirli ingilizi bir kez daha hezimete uğratan Cihan İmparatorluğu Osmanlı, Türklüğün ezeli düşmanı o haçlı emperyalizmin masa başı entrikalarıyla bu devler savaşının mağlubu sayıldı ve 25 sinsi şer madden oluşan Mondros Mütarekesi’nin (30 Ekim 1918) şer çöküş dayatmalarına maruz kalındı! Paylaşıma ve yıkılışa, esarete ve sefalete yönelik böyle bir şer antlaşma nasıl benimsenebilirdi?! Ki, Mustafa Kemal Paşa bu şer Mütareke’nin tanınmamasını, tez iptal edilmesini önermiştiyse de üstlerinden tepki almıştı.! Fakat tarih Mustafa Kemal’i haklı çıkardı..
Dört Kıta’ya nam salan, üç Kıta’da etkin olan Cihan İmparatorluğu Osmanlı, adeta, vahşi avcıların ağlarına yakalanmış yaralı bir aslan misali o şer Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim1918) hükümleriyle kendini savunamaz hale getirildi.! O şer Mütareke dayatması gereği İmparatorluğun ordularının terhis edilmesi ve silahlarının bırakılmasına dair madde: “Hudutların korunması ile iç asayişin temini haricinde Osmanlı ordu derhal terhis edilecektir.” (md.5), ve de o galip devletler askerleri kendilerini tehlikede görürlerse o yöreyi- bir bölgeyi ve hatta bütün ülkeyi işgal edebilecekleri hükmüne dair madde: “İtilaf devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa herhangi bir stratejik noktayı işgal edebilecektir.” (md.7) gibi ölümcül maddeleri anlayamama durumu veya bu dayatma maddelerine tepki göstermeme gafleti neyin nesiydi?!
Mütareke gereği silahları bıraktırılıp terhis edilen Osmanlı Askerleri, Cihan imparatorluğu Osmanlı Yurdu’nun içine düşürüldüğü bu hazin durum karşısında hüzünlüydüler; beldelerine, köylerine boyunları bükük gittiydiler.! Oysa, İşgal güçlerince Osmanlı Ordusu’nun dağıtılışı, kimi yurtsever subayın ve birçok vatansever aydınların tutuklanışı, kimilerinin sürgün edilişi ve kimilerinin ise zindanlara atılışı, o emperyalist galip devletlerin planladıkları işgal ve paylaşıma rahat bir ortamı sağlamaları içindi.!
Ufukta kara kara bulutlar belirginleşmeye başlıyordu.! Güzel İzmir’in yunanlılar tarafından işgal edileceği söylentileri kulaktan kulağa yayılıyordu.. Yunanistan’ın Limni adasının Mondros Limanı’ndaki (Ve ne hazindir ki Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’yi geçemeyen, hasar aldığı için meydandan kaçan) İngilizlerin o Agamemnon zırhlısında 4 gün süren görüşmelerden sonra 30 Ekim 1918’de imzalanan 25 maddelik o şer Mondros Mütarekesi’nin ardından 13 Kasım 1918’de İtilaf Devletleri (İngiltere – Fransa- İtalya) Donanması’nın çok sayıdaki (167) savaş gemileriyle İstanbul’a gelişi hayra alamet değildi.! (13 Kasım’da parça parça hallinde gelmeye başlayan bu savaş gemilerinin sayısı 15 Kasım’a kadar 167’e ulaşmıştı.!)
Mütareke gereği, Suriye’deki 7’nci Ordu’sunun ardından görevlendirildiği Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı lağvedilen Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918 sabahı Haydarpaşa’ya geldiğinde, düşman gemilerinin adeta kiliselerin çan seslerinin eşliğinde ağır ağır İstanbul’a, Dolma Bahçe Sarayı önlerine doğru ilerleyişini görünce kahırlı bakışlarla izlerken çok üzülmüştü.! Mustafa Kemal Paşa, Haydarpaşa’dan karşıya (Sirkeci’ye) köhne bir motor (Kartal istimbotu) ile düşman gemilerinin arasından geçerken, bağrının derinliklerinden gelen bir sesle “Geldikleri gibi giderler!”(Gz.M.K.A.). demişti.. “Ulusal egemenlik milletin namusudur, haysiyetidir, şerefidir.” (Gz.M.K.A.). diyen yüce Atatürk’e göre gerçek kurtuluş, düşmanın vatandan sökülüp atılışıyla mümkündü..
Düşman savaş gemilerinin (13 Kasım 1918’de) İstanbul önlerine gelişi, Cihan İmparatorluğu Osmanlı’nın Başkenti İstanbul’da büyük bir şaşkınlık yaratmıştı.! İzmir’e de düşman savaş gemilerinin gideceği ve hatta güzel İzmir’in işgal edileceği söylentileri yayılmaya başlanmıştıysa da, İstanbul, kendi derdindeydi; diğer illeri, ülkeyi düşünecek halde değil gibiydi.! İngilizlerin teşviki ve baskısıyla oluşturulan ve o zamanlarda günümüzün akil adamlar heyeti benzeri olan “Heyeti Nasiha”lar, işgalin kolaylaştırılması için Konya’dan Isparta’ya kadar giderek, Anadolu’nun çeşitli yörelerini gezerek dinsel
ağırlıklı söylemlerle halkı uyutmaya yöneldiler; Anadolu’ya gelen düşmana karşı durulmazsa o düşmanların yöreye zarar vermeyeceği, kendilerine yardım edileceği söylentilerini yaymaya çalıştılar.. (Heyeti Nasiha’lara göre düşmana silahlı saldırıda bulunulursa, yaralı ayı misali saldırgan olurlar, karşı durulmazsa, uzun süre yağan yağmurun dinmesini beklemek misali sessiz beklenilirse çekip giderlermiş.! Halkın bir kesimi böyle yalanlarla dolanlarla yanıltıldı, anlatıldı..)
Türklüğün ezeli ve ebedi karşıtı ermeni, rum kökenlilerin vekil olmalarında, bu gayrimüslimlerin Meclis-i Mebusan’da yer almalarında bir sakınca görmeyen Cihan İmparatorluğu Osmanlı’nın içine düştüğü, düşürüldüğü bu hazin durum içler acısıydı.! Bu da gösteriyordu ki, Düşmanın Truva atları, Osmanlı’nın içine, kurumlarına öyle sızmışlar ki, Osmanlıyı ayakta, bir arada tutan sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik bağlarını öteden beridir sinsice içten içe sarsmaya, yıpratmaya çalıştıklarının da bir göstergesi değil miydi bunca sarsıntılar, bunca yıkıntılar?! Düşmanlara imtiyazlar tanınmasını gaflet olduğunu anlamak için karşılaşılan onca kötü durumlar yeteli değil miydi? (Bu nedenlerledir ki, “Ulusal varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım!” (Gz.M.K.A.). diyen (sivil ve yalnız bir yurttaş konumundaki) Mustafa Kemal’in öncülüğünde yapılan Erzurum Kongresi’nde (23 Temmuz 1919) alınan ve “Millî sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz.” (Gz.M.K.A.). diye başlayan önemli kararlardan biri de şöyleydi; “Hıristiyan azınlıklara, siyasi ve sosyal egemenlik ya da dengemizi bozucu ayrıcalıklar verilemez.” (Gz.M.K.A.)- Çünkü, kurtuluştan kuruluşa yönelebilmek için asla “Manda ve himaye kabul edilemez!”(Gz.M.K.A.). idi..)
Ki, Batı Trakya’da bir tümen askerini gemilerle yola çıkaran yunan gemileri 14 Mayıs’ta İngilizlerin öncülüğünde İzmir Körfezi’ne girdiydi.. İngilizlerce İzmir Valiliğine, mütareke hakları gereği İzmir’in işgal edileceği, karşı konulmaması gerektiği bildirilmişti! Osmanlı, adeta yaralı bir aslan misali itlerin, çakalların, sırtlanların maskarası haline dönüştürülmüştü!
İzmirli Rumlar, bir gün öncesinden haber almış bulunduklarından hazırlıklıydılar, sevinç içindeydiler.! Oysa, İzmirli Türkler, bu durum karşısında şaşkın ve kaygılıydılar.! Cihan İmparatorluğu’nun güzel İzmir’i işgal edilecekti.! Saltanatın gafletiyle vaziyetin bu durumlara gelmesi çok hazin bir durumdu.! İzmir’de, Gazeteci Hasan Tahsin dahil birkaç aydın yurtsever, 14 Mayıs akşamı, haberini aldıkları İzmir’in işgali(!) olayını protesto etmek eylemlerini başlattılar.. Güzel İzmir yunanlılara verilemez, İzmir’in Yunanistan’a ilhakı asla benimsenemez idi! Bu nedenle işgale yönelik protesto eylemleri gecenin geç vakitlerine dek sürmüştü..
15 Mayıs (1919) sabahı, yerli Rumlarca İzmir rıhtımı yunan bayraklarıyla süslenmişti! Kilise çanları çalıyor, İzmirli Rumlar şenlik yapıyor, yunan kralına, yunan askerlerine methiyeler yağdırıyorlardı.. Güzel İzmir’in işgali olayı İzmirli Türkleri derinden yaralamış, haberi alan bütün iller bu düşman işgaline çok üzülmüştü.. Düşmanın o işgale yönelişi günlerinde Mustafa Kemal Paşa, Samsun yolculuğu hazırlığındaydı.. İngilizlerin kendisini de tutuklayacağı, İstanbul’da tutuklamazlarsa bile gemisinin yolda batırılacağı söylentisi yayılmıştı İstanbul’da.. Mustafa Kemal, kaygılıydı; İstanbul’da tutuklanmaktansa yolda gemisini batırılacağı planın kendisi için daha uygun olacağını ve bu sayede yüzerek Anadolu’ya geçebilme şansının bulunacağını düşlüyordu.! Bu nedenle endişeli ve tehlikeli bir yolculuktan sonra 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’a varabilmişti.. Samsun ve yöresindeki karmaşayla bir süre uğraştı.! Bu nedenle İzmir’in işgalini yolculuğa çıkmadan önce öğrenememişti.. Öğrendiğinde de İstanbul’da ve yurdun etkin yörelerinde İzmir’in işgale yönelik protesto mitinglerinin yapılmasını önerdi ve hatta kendisi Havza’da, güzel İzmir’in, Manisa’nın ve Aydın’ın işgalinin protesto edilmesine yönelik (30 Mayıs 1919’da bir miting düzenledi.. Bu etkinlilerden haberdar olan İngilizlerin (31Mayıs) baskısıyla Mustafa Kemal Paşa İstanbul Hükümeti’nce İstanbul’a geri çağrıldı! (8 Haziran1919)
Erzurum’a yönelen Mustafa Kemal Paşa görevinden alındı, tutuklanması istenildi ve hatta Kuvayı Millîye’ye “Kuva-yı Bağıye” (Eşkıya kuvvetleri!) diyen, Mustafa Kemal ve arkadaşları için “Katli vaciptir!” diyen şeyhülislam Mustafa Sabri ve Dürrizade Abdullah Efendi fetvasıyla, kürt nemrut Mustafa Paşa Divanıyla gıyabında idama çarptırıldı.!
Ki, karabulutlar İzmir ufuklarını kaplamıştı Mustafa Kemal Paşa İstanbul’dan Samsun’a çıkmazdan önce.! Cihan İmparatorluğu Osmanlı’nın işgale maruz kalacağı akla hayale gelmezken, Yunan askerleri, 15 Mayıs’ta İzmirli rumların alkışları arasında rıhtıma çıkarak meydanda toplanma hazırlığındaydılar.. Öndeki bir atlı yunan sancaktarı’nın, yunan askerlerinin kendi ardından yürüyüşünü sağlamak amacıyla olsa gerek ilerlemeye başladığı anda bir silah patlaması duyuldu.. Yunan taburu sancaktarı, bu silah sesiyle birlikte atından yere düşmüştü.. Hasan Tahsin adındaki bir yurtsever gazeteci, tabancasını ateşleyip ilk kurşunuyla at üstündeki yunan sancaktarını yere düşürmüştü. Bu olay, donanma destekli işgale yönelen düşmana karşı “İlk Kurşun” olarak tarihe geçti..
Tabanca sesiyle birlikte rumların alkışları durmuş, bir şaşkınlık hasıl olmuştu.. İrkilen ve geriye yönelen yunan askerleri, başka yönlerden de kendilerine yönelik ikinci bir silah sesi olmayınca toparlanıp Türklerin yoğun olduğu meydana yaylım ateşine başladılar.. Kordonboyu’na uzanan yol, Türk şehitleriyle dolduydu! Gözlerine kan bürümüş yunan askerleri mahalle aralarına da dalıp önlerine çıkan Türkleri öldürmeye başladılar; evlere baskınlar vermeye, yağmalamaya, zulmetmeye, öldürmeye devam ettiler.. Ne hazindir ki, silahları bıraktırılmış asker ve subayların bulunduğu bir kışlamız da yunan askerlerince kurşun yağmuruna tutuldu! Sağ yakalanan sivil, asker ve subay esir edilip bin bir hakaretlere, eziyetlere maruz bırakılarak gemilere götürüldü.! Albay Süleyman Fethi Bey’e “Zito venizelos” yani “yaşasın venizelos” demesi için baskılar yaptıysalar da bu kahraman Türk Subayı, bu sözü demediği için orada şehit edildi.! Dahili ve harici düşmanların bunca mezalimleri nasıl lanetlenmez?! Elbet de lanetlenmelidir.!
Cihan İmparatorluğu Osmanlı’nın Ordu’sunun dağıtılması, destanlar yazan askerlerinin silahları ellerinden alınarak kendini savunamaz halde bırakılması olayı hangi yürekleri dağlamazdı? “Türk Ordusu’nun, Türk askerinin dün de, bugün de, yarınlarda da bu güzel Türk yurdunu savunamaz hâle getirilmesini ancak namertler benimseyebilirdi; 15 Temmuz 2016’da da görüldüğü gibi bu alçaklığı ancak düşmanın işbirlikçisi, Türklüğün düşmanı hainler yapabilirdi!!”
Yunan ordusu ilk hafta içinde İzmir çevresine dağılıp mezalimlerini sürdürmenin ardından çevre illere de yöneldiler Bu esnada Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Karadeniz’in tehlikeli ve meşakkatli yolculuğuyla boğuşarak Samsun’a gidiyordu Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs günü sabahında Samsun’a vardı. Oradaki işlerini halledip 25 Mayıs’ta Havza’ya geçti. İzmir İşgalini öğrenmişti! Görevi dahilinde bulunmamasına rağmen Havza’dan askeri birliklere ve valiliklere “Her yerde, halkın gösteriler düzenleyerek, düşman saldırısını protesto etmeleri”ne dair telgraflar gönderdi. Mustafa Kemal, Kurtuluş Mücadelesi’nin halk tarafından yapılmasına yönelik ilk mitingi Havza’da kendisi düzenledi. (30 Mayıs 1919)
Amasya’ya geçen Mustafa Kemal, burada, Millî Mücadele’nin, işgalden kurtuluştan kuruluşa yönelik dayanışmanın temel manifestosunu hazırladı;
“Vatanın bütünlüğü, Milletin bağımsızlığı tehlikededir.” (Gz.M.K.A.).,
“Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”(Gz.M.K.A.). temel hükümleriyle ilgili milli heyetin de belirlenmesine yönelik maddelerini içeren (9 maddelik) Amasya Genelgesi’nin oluşumunu sağladı. (22 Haziran 1919)
Mustafa Kemal’in Havza ve Amasya’daki etkinlikleri İngilizleri tedirgin etmişti.! İngilizlerin Saray’a ve İstanbul Hükümeti’ne baskılar yapmaları üzerine, tutuklanması ve ordudan atılması kararı hasıl olduydu.. Mustafa Kemal, görevden azli kararının kendisine ulaştırılacağını öğrenince çok sevdiği Askerlikten istifa ettiğini duyurdu (8/9 Temmuz 1919). Mustafa Kemal Paşa, bundan böyle sivil bir vatandaş olarak Millî Mücadele çalışmalarını sürdüreceğini belirterek Erzurum Kongresi çalışmalarına başladı..
“Millî sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz.”, “Kuva-yı Milliye’yi etkili, milli iradeyi hâkim kılmak esastır.”, “Manda ve himaye kabul olunamaz.”, “Hıristiyan azınlıklara, siyasi ve sosyal egemenlik ya da dengemizi bozucu ayrıcalıklar verilemez.” (Gz.M.K.A.) diye sıralanan sekiz maddelik kararın alındığı Erzurum Kongresi (23 Temmuz 1919) kararları Sivas Kongresi’nde (4 Eylül 1919) aynen benimsendi ve Sivas Kongresi’nde alınan on maddelik temel kararın ardından Büyük Millet Meclisi’nin kurulması için Ankara’ya yönelindi… (27 Aralık 1919)
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin oluşturulması çalışmaları esnasında, 16 Mart 1920 sabahı, Cihan İmparatorluğu Osmanlı Başkenti İstanbul, İngiliz askerlerince fiilen işgal edilmeye başlandı.! Fatih Sultan Mehmet tarafından 1453 yılında fethi yapılan İstanbul, 600 yıl sonra, gafillerin, hainlerin, Türklüğün düşmanlarının gaflet ve ihanetleriyle 16 Mart 1920’de İngilizlerce fiilen işgal edilmiş durumdaydı! Meclis-i Mebusan’ın basılması, işgale karşı olan mebusların tutuklanıp Malta adasına sürgüne gönderilmesi, işgale karşıtlığı bilinen kimi aydın ve subayların Bekirağa Zindanlarına atılması olayı, bir kesim halkın, işgali anlayıp uyanmasına, Millî Mücadele’yi başlatan Mustafa Kemal’in haklılığına inanç artmaya başladı.. Dünün bu hazin olaylarından ibret alınmalıdır ki, dünün işgalcisi o haçlı emperyalistler yine günümüzde ve yarınlarda da aynı veya benzeri oyunlara yönelebilecekleri asla unutulmamalıdır.! Düşmanın ve işbirlikçilerin sinsi şer entrikalarına, kumpaslarına, onurluca karşı durulmalıdır ki, dünün benzeri ihanetleri, Kahraman Ordu’muza, bu güzel yurdumuza ve aziz ulusumuza yönelik o sinsi şer kumpasları bir daha yaşanılmasın.!
Vatan ve Hürriyet, Türklük ve Türkiye’miz daima hür yaşamamızın teminatıyken, tarihimizi ve uygarlık tarihini doğru irdelemeliyiz ve koyun postuna bürünen hainlerin oyunlarına gelmemeliyiz. Türklük, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlarının takkiyelerine aldanmamalıyız! Çünkü, dün, böyle bir oyuna maruz kalınış yüzünden işgale ve paylaşıma maruz kalınmadı mıydı?
Yüzyıllarca Osmanlının himayesinde iyi yaşantısını sürdüren yunanlıların, Rumların; o sömürgeci İngilizlerin teşvikiyle adeta Cihan İmparatorluğu Osmanlı’dan hınç alma peşinde bulunmasına ne denmeliydi? Ki, o barbar düşmanlar, İzmir’i işgal edişlerinin ardından Anadolu içlerine doğru ilerlemeye, baskınlar yapmaya, mezalimler oluşturmaya başlamışlardı.. İnönü’de (1. İnönü Savaşı: 9/11Ocak1921-3 gün, 2. İnönü Savaşı: 23 mart-1 Nisan 1921-10 gün) ve 22 gün 22 gece süren (23Ağustos/13Eylül1921) Sakarya Savaşı’nda, saldırdıkları savunma konumundaki Türk Askerine yenilen o yunan ordusu, ülkemizden çekip gitme niyetinde değildi.. Bunun üzerine, Anafartalar ve Sakarya Savaşı Kahramanı Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından büyük bir taarruz planlandı. 26 Ağustos (1922) sabahı Afyon Kocatepe’den başlatılan Büyük Taarruz ile 30 Ağustos’ta (Kütahya) Kocatepe’de Büyük Zafer’e ulaşıldı.. Kuşatılanlardan sağ kalanlar tutsak edildi. Bunlar arasında yunan generali de vardı. “Yurtta barış, Dünyada Barış.” (Gz.M.K.A.). düsturunu ilke edinen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, onlara, yunan gavurunun bizim insanımıza yaptıkları mezalimi yapmadı; Önder Atatürk’ün, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” (Gz.M.K.A.). (1 Eylül 1922) komutuyla şahlanan askerlerimiz, Afyon Kocatepe’den başlayıp Kütahya Dumlupınar’dan İzmir’e doğru aç susuz ve yorgun bir halde yaya olarak o işgalci düşman askerlerini önlerine katıp sürüdüler.. (Bitkin askerlerimizin üst başları kan barut, toz toprak içinde, kiminin çarıkları yırtılmış, kimi ise yalınayak o 450 kilometrelik yolu yaya, aç, susuz ve uykusuz olarak 15 günde tamamlamışlardı.. Gayretlerine minnettarız..)
Hezimete uğrayan ve yakıp yıkarak İzmir’e doğru kaçışmaya başlayan yunan ordusu 9 Eylül’de İzmir’den sandallarla kaçışmaya başladı.. İzmir’de Türklere eziyet eden, İzmir’i yakıp yıkan o rumlar da yunan askerleriyle birlikte denize yöneldiler; kayıklarla, sandallarla, motorlarla kaçmaya çalıştılar..
Türk Ordusu, 9 Eylül sabahı İzmir’e ulaştığında İzmirlilerce coşkuyla, sevinçle karşılandıydılar ve bu coşku içinde Kadifekale’ye Türk bayrağı asıldı.. Savaşın yorgunu kahraman Türk Askeri, halkın coşkusu içinde Konak Meydanı’na ilerledi. Yüzbaşı Şerafettin Bey tarafından Hükümet Konağı’nın balkonundaki direğe, yunan bayrağı indirilip Türk bayrağı çekildi.
15 Mayıs 1919’da yunan işgaline ve yunan, rum mezalimine uğrayan, varını yoğunu, evini barkını, yakınını, ailesini, çoluğunu çocuğunu yitirmenin hüznü içinde bulunan o acılı İzmir halkı, 3 yılı aşkın bir süreden sonra (9 Eylül 1922’de) o düşman işgalinden kurtuldu.. Ve böylelikle 41 ayı geçen bir sürede devam eden rum ve yunan mezalimi sona eriyordu..
Bütün bu olaylardan sonra, unutulmamalıdır ki, Türklük, Atatürk ve Atatürkçülük bilinci ve sevgisinin sarsılması ancak dünkü işgalci o emperyalistleri ve yerli işbirlikçilerini memnun eder.! Bütün bu anlatımlardan sonra tarihten de ibret alabildiysek eğer benzeri yanılgılara düşmeme gayretini göstermek gerekir.. Bunun içindir ki, Millî Kurtuluşumuzun ve kuruluşumuzun öncüsü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü doğru anlayıp Atatürk Yolundan gidilmesi gerektiğinin zarureti gençliğimize, halkımıza iyi anlatılmalıdır.. Bugün Atatürk’ü hâlâ kötülemek gayretinde bulunanlar, yolundan sapılmasını isteyenler varsa eğer, bunlar, dünkü hainlerin uzantılardır ya da dünkü düşman yalanlarına inanan gafiller gibi dünün benzeri olaylarının yeniden hortlatılması peşindeki gafiller, hainler veya menfaatçilerdir..
“Aydınlık güzel yarınlar, huzurlu ve kalkınmış ve güçlü bir Türkiye için bu tarihi akışı tekrar tekrar gözden geçirmekte yine bir fayda vardır” sanıyorum.. Balkanlar’dan beridir on yıl süren bir savaşın son bulduğu varsayılan 30 Ağustos 1922’deki o Büyük Zafer’in ardından 9 Eylül 1922’de o işgalci saldırgan düşmanların İzmir’den denize dökülüşünün, bu güzel yurttan sökülüp atılışının ulviyetini gereğince anlayabildik mi; halkımıza, yeni nesillerimize yeterince anlatabildik mi? Aydınlatabildik mi loşlukları, karanlıkları!? Emperyalizm uzantıları yine din maskesine bürünüyor ve takkiyeleriyle halkı aldatmaya ortam buluyorsa ve halâ anlaşılmadıysa Atatürk ve Atatürkçülük, neden!?
Dün, o haçlı emperyalizmin işgal altındaki İstanbul Hükümetleri’nin gafletiyle, Mondros Mütarekesi dayatmasıyla o düşmanın şer önerilerine, sinsi istek ve dayatmalarına uyulması yüzünden 15 mayıs 1919’da bu güzel İzmir’e ellerini kollarını sallaya sallaya girdiler; oradan yurt içlerine ilerlediler topuyla tüfeğiyle o yunan, o düşman askerleri.! Padişahın, İstanbul Hükümeti’inin umursamadığı ve o düşmanın yaptıkları mezalimlerinden utandırırcasına bir insanlıkta bulundu..
İzmir’e girişlerinin halkça önlenilmemesinin, karşı konulmamasının önerildiği bu işgalci saldırgan düşmanların bu güzel yurttan sökülüp atılışı için Anadolu’muzda Millî Mücadele başlatıldıydı.. Ki, Düzenli Ordu oluşturulana dek Kurtuluş Savaşı’nın ilk savunucu unsurları olan Kuvayı Milliye (Millî Ordu), düşmana karşı başarılar göstermesin diye bu millî oluşumun gayretlerini engellemek amacıyla İngilizlerin teşvikiyle padişah ve hükümeti tarafından Kuvayı İnzibatiye (Hıyanet Ordusu-Hilafet Ordusu)(18 Nisan 1920) oluşturulması hangi akla hizmetti!? Anzavur Ahmet komutasındaki Kuva-yı İnzibatiye, Düzce-Hendek-Adapazarı dolaylarında Kuva-yı Millîye’ye karşı ayaklanmış-ayaklandırılmış kitleleri desteklemek, Kuva-yı Milliye kuvvetlerini etkisizleştirmek, Mustafa Kemalcilere gözdağı vermek için baskınlarla, mezalimlerle halkı yıldırmak, Ankara’ya karşı kalkışmalar oluşturmak peşindeydiler. Çerkez Ethem ve millî kuvvetlerce üzerine gidilen Kuva-yı İnzibetiye yenilgiye uğratıldı ve dağıldı ve silahlarını İngilizlere devretmişlerdi. (25 Haziran 1920) Ne gariptir ki, başlangıçta iç isyanların bastırılmasında etkili olan Çerkez Ethem, kardeşleriyle Ankara’ya karşı çıkmaya yöneldiklerinde üzerlerine birlik gönderilince yunan kuvvetlerine sığınmışlar, yunandan yana tutum almaya başlamışlardı!
Anafartalar Kahramanı Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğiyle İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da ve yurdun her bir yanında coşup şahlanan, kan döken, can veren şehit ve gazilerimiz; Büyük Zafer’in ardından 9 Eylül’de İzmir’e ve oradan da Bursa’ya, İstanbul’a yönelerek buraların, bu kutsal Vatan toprağımızın düşman işgalinden kurtuluşunu sağladılar;
Bu nedenledir ki; tarihimizde “9 EYLÜL” günü, bu güzel ülkemizi istila ve işgale başlayan haçlı emperyalist vahşi Batı’nın zalim askerlerinin bu güzel yurdumuzdan sökülüp İzmir’den denize atıldığı gündür..
Haçlı Batı’nın “hasta adam!” dediği Cihan İmparatorluğu’nun son yurdu bu güzel Anadolu’muz, şehit ve gazilerimizin kanlarıyla şanlarıyla yeniden can buldu. Bağımsızlığı şiar edinen Türk Ulusu’muza vurulmak istenilen o haçlı emperyalizmin köhnemiş esaret zincirleri kırılıp atılarak yeniden hürriyetimize, şanlı istiklâlimize kavuştuk.. Büyük Zafer’in ardından gelen 9 Eylül günü sabahı İzmir’e varılıp o düşmanlar denize döküldü.. Böylece, 15 mayıs 1919’da (kimilerince “gavur İzmir!” denilen) ‘gavur’ dolu tabir edilen o güzel İzmir, düşman işgalinden, düşman mezaliminden kurtuldu.! İşgale başladıklarında çoluk çocuk yaşlı demeden halka kurşun sıkan, insanlarımızı süngüleyen o yunan kuvvetleri Uşak, Kütahya ve Aydın’dan çekilirken etrafı yakıp yıktılar, yine mezalimlerde bulundular! Geriye kaçışan o yunan askerlerince yakılan yıkılan İzmir de bir harabe şehir haline gelmiş, evleri barkları yanmış yıkılmış, fakat özgürlüğe kavuşmanın mutluluğu yaşanıyordu. Varlıklarını kaybetmeyi önemsemezken yakınlarını kaybetmenin hüznü içindeydiler! 30 Ağustos Zaferi’nin sağladığı 9 Eylül’ün yani İzmir’in Düşman İşgalinden Kurtuluşu’nun oluşturduğu güç sayesinde gerçekleştirilen Lozan kazanımları ardından gerçekleştirilen Cumhuriyet ile tüm dünyaya ebedi bağımsızlığımızı duyurduk..
Gözü dönmüş o haçlı emperyalistlerce yakılıp yıkılan güzel İzmir’imiz, savaşın zulmüyle yokluğa yoksulluğa ve yıkıntıya maruz kalan vilayetlerimiz Cumhuriyet ile birlikte yeniden kalkınmaya yöneldi.. Bu ilerleyişler, gelişmeler nasıl unutulur? Minnettar kaldığımız, şükranla andığımız Şehit ve gazilerimizin bu kutsal emaneti güzel İzmir’imizi, bu güzel Yurdumuzu sadece ve sadece hamasi sözlerle, takkiyelerle değil; Ulusal Bağımsızlığımıza, Ay yıldızlı al Bayrağımıza ve Vatan toprağımıza, Atatürk Cumhuriyeti’mize ve bu Cumhuriyet’imizin ulusal kalkınmasının temeli sayılan millî yatırımlarımıza, millî üretimimize onurluca sahip çıkılması; bu ulusal günlerimize bilinçle, ibret ve bilgi edinmek üzere her koşulda coşkuyla kutlanılması, anlatılması gerekiyorken yakın zamanda oluşan aksaklıklar neyin nesidir?!
Uzun süren o savaşların acılarını bağrımıza basıp o savaşın yıkıntıları giderilerek Atatürk Devrimleri’yle çağdaş, müreffeh bir Türkiye oluşturulurken eskinin o esaret karabulutları(!) yine ülkemiz üzerinde dolanmaya, aydınlık ufuklarımızı karartmaya çalışıyor! Kimilerimizin hâlâ o emperyalizme hayranlığı, bir bağlılığı varsa nedendir!? Kimilerinin mandacılığı miras sanıp Atatürk’e, Atatürk Cumhuriyeti’ne, Cumhuriyetin kazanımlarına yönelik kindarlık gafleti varsa niyedir!? Cumhuriyetimize, Cumhuriyetimizin kazanımlarına, Kahraman Ordu’muza, Atatürkçü aydınlarımıza yönelik süregelen kumpaslar, entrikalar, şer senaryolar daima lanetlenmelidir..
9 Eylül’de düşmanı geri gelmemek üzere denize dökerek yeniden bağımsızlığımıza kavuşma erinciyle uzun süren o savaşın acılarını, işgalin o yıkıntılarını, o yokluğun ve yoksulluğun ızdırabını, cehaletin vahametini üzerimizden atıp ulusal ve toplumsal kalkınmamızı geliştirip pekiştirme yoluna girerken ülkemizden sökülüp atıldığına sevindiğimiz o emperyalizmin, o dost görünümlü haçlı Batı’nın esaret kıskaçları yine ulusumuz ve ülkemiz üzerinde dolanmaya, aydınlık ufuklarınızı yeniden karartmak için yine fırsat kollamaya peşindedir.!
Ulusal bağımsızlığımızın temellerinden sayılan ulusal ekonomimizin ve sosyal bütünlüğümüzün can damarı konumundaki ulusal yatırımlarımıza, ulusal sanayimize, ulusal tarımımıza onurluca sahip çıkılmalı, korunmalı ve geliştirilmelidir. Ulusal kazanımlarımıza, ulusal kalkınmamıza ve ulusal bütünlüğümüze yönelik sinsice düzenlene gelen o şer entrikaların analizi doğru yapılmalı; haçlı Batı’nın güdümüyle gelişen ihanetler tez tespit edilmeli, ivedilikle önlenmelidir. AB masalıyla düş kurarak emperyalizm bataklığına düşmemeliyiz. AB hülyasını, BOP afyonunu bünyemizden tez atmalıyız.. Önderimiz Atatürk’ün o ünlü “Gençliğe Hitabe”sini, yol gösterici o nice sözlerini, veciz öğütlerini çok iyi anlamalıyız ve dosdoğru uygulamalıyız..
(Ki,ABD 2005-2009 dönemi Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’nin ulusal güvenlik danışmanıyken bir gazeteye verdiği bir yazısına göre BOP ile “Türkiye dahil, Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar 22 ülkenin sınırları ve rejimleri değişecek”miş. açıklaması bir hayli ilginç değil midir?! (7Ağustos2003, Washington Post gazetesi)(Gazetede yer alan bu tanımlamaya göre bu BOP, Arap coğrafyasının yanı sıra Türklüğün ve Türkiye’nin de düşmanıdır!)
Dünün işgalcisi o haçlı emperyalizm, Türkiye Cumhuriyeti’nin savunucusu olacak olan “Atatürkçü Gençlik” yetişmesini istemezken, günümüzdeki “Kindar-dindar gençlik!” söylemleri neyin nesidir!? Ki, o işgal yıllarında halkımız hep dini söylemli süslü sözlerle aldatılmadı mı? Millî Mücadele’nin engellenilmesi için Mustafa Kemal’in çeşitli dinsel söylemlerle de kötülenip halkın desteğini almasının engellenilmesine çalışmadılar mı? O haçlı emperyalizmin dünküne benzer tertipleye geldiği bütün bu oyunlar, bunca entrikalar niçin bilinmez, neden anlaşılmaz.! Çok iyi bilinmelidir ki, düşman, yine aynı düşman; oyun, yine aynı veya benzeri oyundur.! Bunu iyi sezen Mustafa Kemal, benzeri bu tür oyunlara düşülmemesi için, düşmanın entrikalarına bir daha kanılmaması için, dünün o mezalim günlerine bir daha geri dönülmemesi için, gaflete düşüp dünün o kötü günlerinin bir daha yaşanılmaması için nice gayretler sarf etti, nice nice öğütler verdiydi.. Dünün dinsel görünümlü yollarla, sinsi entrikalarla oluşturulmak istenilen o kumpaslara tekrar düşülmemesi için çok önemi bulunan Millî Eğitim’in millî, laik ve çağdaş olmasına da çok özen göstermişti.. Bunun içindir ki;
“Efendiler ve ey millet; iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.” (Gz.M.K.A.). diye öğütte bulunan büyük önderimiz Atatürk’ün şu öğüdünü de iyi anlamak, anlatmak gerekiyor:
“Din, bir vicdan meselesidir. Din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz. Kaste ve fiile dayanan taasupkâr hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz. Din gibi temiz bir duygu, politika gibi kirli oyunlara alet edilemez. Din, ait olduğu yerde, temiz vicdan sahnesinde yaşamalıdır.” (Atatürk)
“Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melânetten gelmiştir.” (Gz.M.K.A.). (1923) Bunca öğütler de gösteriyor ki, Atatürkçü Gençlik yetiştirilmesi, Türklüğün ve Türkiye’nin geleceğinin sağlamlığı içindir.. Oysaki o haçlı emperyalizm, o dahili ve harici düşmanlar, Atatürkçü gençliği kendi şer emellerine hep engel görmektedirler.! Cumhuriyeti, Cumhuriyetin kazanımlarını kendilerine engel görenlerin, bu kutlu değerlere cihat açma peşinde koşuşturmaları dünün işgalcilerini pek memnun ediyor gibidir! Dünün o işgal teşvikçisi İngilizlerin baskısıyla Kuva-yı Millîyecilerin eşkıya, vatan haini olduğu ve öldürülmelerinin sevap ve vatani bir yükümlülük olduğuna dair şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin fetva çıkarmasının sağlanması(11Nisan 1920) ve bu fetvaların yunan ve ingiliz uçaklarıyla Anadolu içlerine attırılmasıyla, yunan askerleriyle, rum ve Ermenilerle, Musevi ve Hıristiyan asıllı Müslüman hocalarla elden dağıttırılmasıyla ve Millî Mücadele aleyhinde propaganda yapılmasıyla halkın Millî Mücadele’ye karşı engel çıkmasının sağlanması anlayışı dünün o işgalci Sevr paylaşımcısı o haçlı düşmanlara hizmet değil de nedir!?
(“Dürrizade Fetvası” ile oluşturulmak istenilen engellemelere, iç isyanlara karşı tedbir amaçlı olarak başta Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat Efendi (Börekçi) ve pek çok din alimi Millî Mücadele’yi öven fetvalar düzenledilerdi halkı doğru bilgilendirmek için..)
İşgal günlerinin onca fetva ve fermanlarla Ankara’ya karşı ayaklanmaların kışkırtılması oyunlarının benzerleri günümüzde de yine din kisveli söylemler yoluyla, Cumhuriyete ve Cumhuriyetin kazanımlarına karşı “ cihat” teşviki özentisiyle uygulanılmak isteniliyorsa, karanlık, cehalet, sefalet ve esaret amaçlı böyle bir yanlış tutum hayra alamet değildir.! Ki, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” (Gz.M.K.A.). (16 Haziran 1926) diyen Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bu öğüdüne de dosdoğru kulak verilmelidir; “Bana karşı husumet duyduranların, çalışmalarımı tenkit edenlerin asıl gayesi benim bedeni dirliğim değil, vatandaşları benim fikirlerimden uzaklaştırmalarıdır, benim üzerimden saldırılarla, dinsel söylemlerle Türklüğü ve Türkiye’yi esir etmek, kanla irfanla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’mizi güçsüzleştirip yıkmak gayreti içinde bulunmalarındandır.!” (Gz.M.K.A.). Ulusal büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün bu mesajını da kavramak çok mu zor? Durum bunca açıkken hâlâ o düşman entrikalarına aldanış, bu gaflet, bunca dalalet niyedir?!
“Tahkim”(!), “Yabancıya özelleştirme”(!) gaflarıyla dünkü o eski düşman uzantılarına yine yeni imtiyazlar sağlanarak o emperyalizmin esaret bataklığına sürüklenmek istenilişimizin farkında değiliz.! İçimizdeki işbirlikçiler manda görevlerini sürdüredururlarken bizler her nedense Atatürk Cumhuriyeti’mizin temellerinin sinsice oyulmaya çalışıldığını göremiyor haldeyiz. Bu umursamazlık nedendir?! Ulusal bağımsızlığımıza sıkıca sarılmamıza; sanayide, tarımda ve ticarette ilerleyip ulusal kalkınmamızın zaruretine de ilham vermeyi amaçlayan ulusal bayramlarımızdan, ulusal kurtuluş günlerimizden ders çıkaramaz hale mi geldik? Hâl buysa, bu gaflet uykusu niyedir?!
Unutulmamalıdır ki, dünkü düşman o haçlı emperyalizm, Atatürk sevgisini sarsmak, Cumhuriyet’in kazanımlarını dağıtmak, Atatürk Türkiyesi’ni yıkmak için ilginç sinsi şer kumpaslara yöneleceklerdir.. Atatürk’ün partisine kendi truva atlarını katmaya, CHP’nin de ilke benimsediği Atatürk İlkeleri’nin sarsılmasına, laiklik kalesinin yıkılmasına, Millî Eğitim düzeninin karmaşalaştırılmasına ve Atatürkçü Gençlik yetiştirilmesinden uzaklaşmamıza, ulusal yatırımlarımızın azalttırılmasına ve millî sanayimizin çökertilmesine, kendilerine bağımlı kalmamıza ve daha acısı, siyasetimizi, sanayimizi ekonomimizi sarsmaya, Osmanlı gibi yolunmamıza ve hatta ordumuzun zaafa uğratılmasına gayret edeceklerdir.. O haçlı emperyalistler, koyun postuna büründürdüğü hainlerini devlet kademelerine de sızdırabilmek için Atatürk’ün CHP’sine de truva atlarını katmaya çalışarak kendi piyonlarının önlerini açmaya gayret ettikleri ve edecekleri unutulmamalıdır.! Ki, o haçlı emperyalizm, bu oyunlarını dün Osmanlıya karşı da uygulamamış mıydı?! Çok iyi bilinmelidir ki, 9 Eylül’ün anısını da yaşatan Atatürk’ün CHP’sine de yönelik tezgahlanacak kumpasların gayesi, Türklük, Atatürk ve Atatürkçülük sevgisini ve bağlılık bağını zayıflatmaya ve bu sayede kendi sinsi şer emellerine ulaşmak için Cumhuriyetin kalelerini içten sarsmaya zemin hazırlamak içindir.!
Seksen yıldan beridir okullarımızda okutulan (23 Nisan 1933) Andımız’ın kaldırılması (8 Ekim 2013), Ulusal simgemiz TC’nin tabelalardan silinmesi gayreti, Atatürk’ün eserlerine yönelik silikleştirme entrikaları, çağdaş laik bilimsel eğitim anlayışından uzaklaşıp geriye dönüş tutkusu, kindar-dindar anlayışı gafleti, Türklüğe ve Türkçeye yönelik duyarsızlık arttırılması için karşıt etnikselliğin horlatılmaya çalışılması, açılım saçılım- dönüşüm bölüşüm, çözüm çözülüm afyonuyla millî iradenin sarsılmaya çalışılması uygulamalarının düşünülmesi bile hayra alamet değildir.! Dünün işgalinden dersler almak ve hatta yeniden düşülebilecek gaflet uykusundan tez uyanmak gerekiyor.! 30 Ağustos gibi, 9 Eylül gibi, 23 Nisan gibi, 19 Mayıs gibi ve de ulvi 29 Ekim gibi bu millî günlerimiz, dünkü aymazlıklardan ve yıkımlardan dersler çıkararak aydınlık yarınlara doğru yön verebilmeyi anlamak ve sağlam temeller atmayı sağlamak, Türklüğü ve Türkiye’yi ebedi ve müreffeh kılma ulviyeti amaçlıdır; ki, bu güzel oluşumlara karşıtlıklar gayret gaflet, dalalet ve hatta ihanet değil de nedir?!
Çok iyi bilinmelidir ki, dününün işgalcisi o haçlı emperyalizm, Türk Milletini, Türk Gençliği Atatürk Yolu’ndan ayırmak için işbirlikçisi uzantılarıyla dinsel ve siyasal söylemlerle Atatürk sevgisini sarsmak, Cumhuriyet’in temellerini zayıflatmak, millî birlik ve beraberliğimizi zaafa uğratabilmek için akla hayale gelmeyecek olumsuz senaryolar, kaoslar, kumpaslar ürete geldikleri unutulmamalıdır.! Bu hainlere taviz verilmemeli, Atatürk İlke ve Devrimlerine yeni yön vermeye çalıştığını ileri süren bu gafillere, bu bedhahlara karşı tez önlem alınmalıdır! Atatürkçülük, sadece laf değil, Atatürk İlkeleri’ne ve Devrimleri’ne karşı sorumluluk ve dürüst bağlılık ister.. Bu nedenledir ki, Kemalizm diye de tabir edilen Atatürkçülük kavramını iyi anlamak ve de dürüstçe dosdoğru uygulamak söz konusudur. Çünkü; “Atatürkçülük; bir bütünlük arz eden Atatürk İlkeleri’ni ve Atatürk Devrimleri’ni içtenlikle benimsemek ve de dürüstçe ve onurluca savunmaktır; emperyalizme ve emperyalizmin şer uzantısı hurafe gericiliğine ve şer Sevrbop bölücülüğüne daima karşı durmaktır; dürüstçe sebat ve azimle çalışıp tarım ve sanayimizi geliştirip millî üretimi arttırarak bu güzel vatanın ve milletin huzur ve refahını sağlamaktır; çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarak aydınlık güzel yarınlara ulaşmaktır; Ay yıldızlı al bayrağımızla Türklüğümüzü ve Türkiye’mizi, ulusallığımızı ve ulusal tam bağımsızlığımızı ebedi kılmaktır..”
Nice gazilerimiz ve aydınlarımız derler ki, “Yabancıya özelleştirmelerle milli kalkınma olamaz! Yabancıya toprak satmakla toprak bütünlüğümüz sağlanamaz ve ulusal bağımsızlığımız ebedi kılınamaz.! Topraklarımıza, kıyılarımıza, adalarımıza yönelik istilalara karşı kayıtsız kalınamaz! İnönü Zaferleri’nin komutanı İnönü’ye ve Anafartalar, Sakarya, Dumlupınar ve Cumhuriyet kazanımları kahramanı Atatürk’e dil uzatan gafillerin ve hainlerin bu namertlikleri hoş karşılanamaz!” Bu nedenle Tarihimizi, benliğimizi iyi bilmeliyiz.. Kültürümüzü, eğitimimizi, sanayimizi, siyasetimizi, millî üretimimizi millî bilinçle gerçekleştirmeliyiz.. Ecdadımıza, kahramanlarımıza, şehit ve gazilerimize minnet ve saygı duymalıyız ve hatta minnetle, saygıyla, şükran duygularıyla anmalıyız. Tarihin çöplüğündeki nice Türk Devletlerinin, Türk İmparatorluklarının harici ve dahili düşmanların kumpaslarına, dinsel ve siyasal entrikalarına maruz kalarak parçalanıp yıkıldıkları unutulmamalıdır.! Bu nedenledir ki, büyük Atatürk’ün şu öğüdüne de iyi kulak verilmeli ve dosdoğru uygulanılmalıdır;
Devlet yönetimi tek kişinin keyfiyetine bırakılamaz! Meclis denetimi haricindeki krallık sultanlık içeren bir yönetim şekli benimsenemez! Çağdaş Demokrasilerde hiç kimseye krallık sultanlık yetkisi verilemezdi.! Bu nedenlerledir ki, “Milletimizin başına gelen bütün felaketler kendi talih ve geleceklerini başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır. Bu kadar acı tecrübeler geçiren milletin bundan sonra egemenliğini bir kişiye vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır.” (Gz.M.K.A.). (1923) diyen ve “Türkiye Büyük Millet Meclisi”nin daima etkin kılınmasını ve bu “Meclis” yoluyla kararların oluşmasını önemseyen Büyük Atatürk’ün bu öğüdü de çok iyi anlaşılmalı ve harfiyen doğru uygulanmalıdır. Önemsenmesinde ve uygulanışında da büyük bir zaruret arz eden bu öğüdünde gazi Mustafa Kemal Atatürk bizlere şöyle sesleniyor; “Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli’yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin.” (Mustafa Kemal Atatürk)
9 Eylül, Güzel İzmir’in Düşman İşgalinden Kurtuluşu ve Cumhuriyet’e Yönelişin Sağlanışı Günü’dür. Hepimize tekrar Kutlu Olsun! Bu Kutlu Gün’ün, güzel İzmir’in bu ulvi Kurtuluş Günü’nün tarihsel içeriği de çok iyi anlaşılmalıdır ki, o haçlı emperyalizmin AB maskeli şirin söylemli sinsi şer dayatmalarına, Sevr uzantısı BOP tuzaklarına adlanılmamalıdır.! Kaos peşinde koşuşan o haçlı emperyalizmin Orda Doğu yangınından, dünün işgalcisi ve şer Sevr özlemcisi o haçlı emperyalizmin Orta Doğu bataklığından daima uzak durulmalıdır.! Balkan Savaşı öncesinden beridir Osmanlı’nın yıkılması için entrikalar peşinde koşuşan müstemleke özlemcisi o Amerika, Türklüğün ve Türkiye’nin gerçek dostu değildir!
Asla unutulmamalıdır ki, o haçlı emperyalizm, Türklüğün ve Türkiye’mizin ezeli ve ebedi düşmanıdır.. Bu nedenledir ki, iç ve dış politikalar, ulusal olmalıdır, millî çizgiden sapılmamalıdır.. Unutulmasın ki, yanlış politikalarla doğru sonuçlar elde edilemez! Gaf üstüne gaf yapan kimi yetkililerin oluşturacağı ulusal yaralar tez sarılmalıdır! “İnsaf ve merhamet dilenmekle millet işleri görülemez; milletin ve devletin şeref ve bağımsızlığı korunamaz.”(Gz.M.K.A.). diyerek o düşman işgalinden kurtuluşumuzun ve Kuruluş’umuzun öncüsü, ulusallığımızın ve ulusal bağımsızlığımızın timsali olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yol gösterici o nice öğütleriyle, Atatürk İlkeleri ve Devrimleriyle oluşan Atatürk Yolu’nda Atatürkçü anlayışla dosdoğru gidilmelidir..
9 Eylül, işgale maruz kalıp “gavur İzmir” lakabına maruz kalan güzel “İzmir’in Düşman İşgalinden Kurtuluşu Günü” olması yanı sıra, Türklüğün ve Türkiye’nin korunmasını, daima dürüstçe ve onurluca savunulmasını, sosyal, siyasal ve ekonomik refaha ulaşılmasının siyasal teminini de isteyen büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (CHP, 9 Eylül 1923) kuruluşunun da günüdür.. Türklüğün ve Türkiye’nin ezeli düşmanı olup sürekli kaos peşinde koşuşan o haçlı emperyalizm, dünün karanlık o şer Sevr’ini gerçekleştirebilmek, Orda Doğu’yu kendi emperyalist emellerinin kullanımına dönüştürebilmek için yine millî ekonomimize, millî tarımımıza, Millî Eğitim’imize, ulusal sanayimize karışmak, siyasetimize ve hatta Türklüğün ve Türkiye’nin savunulması ve iyileştirilmesi için Atatürk tarafından kurulan Atatürk’ün partisine de Truva Atları’nı katıp karıştırmak gayretindedir.!
Aydınlık güzel yarınlarımız için dünün işgalcisi ve Sevr paylaşımcısı o haçlı emperyalizmin kirli oyunları, şer kumpasları, sinsi entrikaları tez bozulmalıdır.. Cumhuriyetimizin kazanımları, Atatürk İlkeleri ve Yenilikleri, Ulusallığımızın temel dayanağı laik çağdaş Millî Eğitim’imiz, Türkçe’miz, TC’miz, Ulusal Bağımsızlığımız, Vatan toprağımız, kıyılarımız ve adalarımız daima onurluca ve dürüstçe savunulmalıdır.. Şanlı Ordu’muz, şehit ve gaziler emaneti bu kutsal yurdumuz düşman kumpaslarından daima korunmalıdır.. Şehit ve gazilerimiz daima sayıyla, şükranla anılmalıdır.. Bu kutsal vatanı bizlere emanet eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, Devletler-İmparatorluklar kuran nice Türk Büyüklerimize, İstiklâl Savaşı’nda, Vatan savunmasında destanlar yazan şanlı şehitlerimize ve kahraman gazilerimize daima minnettarız. Ata’mızın. Ecdadımızın kutsal emaneti bu güzel vatana onurluca sahip çıkmak daima andımız olsun! Ecdadımıza, Atatürk’ümüze, ebediyete intikal eden Şanlı şehitlerimize ve kahraman gazilerimize minnettarız. Ruhları şad olsun..
“İlkemiz, Atatürk’ün İlkesi; Ülkümüz, Atatürk’ün Ülküsü; Yolumuz, Atatürk’ün Yolu’dur..” Atatürkçüyüm, Kemalist’im diyebilmek, özveri ve millî ruh gerektirir.. Kahraman Ordu’muzun azmiyle Sakarya’da ve Dumlupınar’daki Büyük Zafer’inin ardından gerçekleşen ve bu güzel yurdumuzun düşman işgalinden kurtuluşunu müjdeleyen 9 Eylül Güzel İzmir’in Düşman İşgalinden Kurtuluşu Günü’nün Yurdumuza, Ulusumuza ve tüm dünya insanlığına barış, mutluluk, sağlık, huzur ve esenlikler getirmesi temennimizdir.. Bu temenni sadece lafta kalmamalıdır.. Demokrasimizin devamlılığı için, Kahraman Ordu’muzun ve bu güzel yurdumuzun bütünlüğünün ebediliği için ve Cumhuriyet’imizin teminatı ve savunucusu gençliğimizin çok iyi yetişmesi için, Cumhuriyetimizin ve Cumhuriyetimizin kazanımlarının dosdoğru savunulması için daima azimle dosdoğru çalışılmalıdır. Ulusal bayramlarımızın muhtevası iyi anlaşılmalıdır.. Bu kutlu günlerimiz her daim coşkuyla kutlanılmalıdır.
Kemal KOÇÖZ (Eğitimci) / ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Karasu Şubesi Kurucu eski Başkanı