Bazı tarihler, yaşattıkları ve hissettirdikleri ile asla unutulmayacak izler taşır hayatımızda. Düşman işgalinden kurtuluş günleri, kuruluş yıldönümleri vb… Bazı tarihler var ki acı ve hüzün yüklüdür… Tıpkı 17 Ağustos 1999 gibi…
İşte tam 24 yıl önce gece yarısı korkunç bir sarsıntı ile fırladık yataklarımızdan… Sanki kıyamet kopuyordu. Adeta yerin altı üstüne çıktı, binalar birbirine çarparak karton gibi yırtıldı, korkunç gürültü ve feryatlar birbirine karıştı… Marmara, en uzun 45 saniyeyi yaşadı o gün. Ve ardında tonlarca enkaz yığını, binlerce ceset ve yaralı insan bırakarak…
Ne korkunç ve acı bir geceydi o… Sanki dün gibi hatırlıyorum.
17 Ağustos sabahının sonrası yaşananlar çok acı gerçekleri ortaya koydu… Depremde alınması gereken tedbirlerin hiç biri yoktu. Kayıpların artmasında en büyük etken de bu olmuştu. İşte o ızdırap dolu günlerin hatıraları hâlâ acıtır içimizi… Bugün yaşı en az 25 ve üzerinde olanların hatırlayabileceği o korkunç gecenin yarattığı travmayı uzun yıllar atlatamadı çoğumuz. Kolay değil böylesi bir felâketi yaşayıp da unutabilmek… Çünkü her birimizin canı yandı. Ailesinden, akrabalarından, komşularından veya arkadaşlarından birileri bu felâkette feci bir şekilde hayatlarını kaybetti. Yaralı kurtulup sakat kalanlar, evleri, işyerleri yıkılıp acı üstüne acı yaşayanlar oldu… Bir süre sonra yaralar sarılsa da hep bir yanımızın eksik kaldığı depremzede olduk hepimiz.
‘17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’ olarak tarihe geçen o büyük felâket; Merkez üssü Kocaeli’nin Gölcük ilçesinde, 17 Ağustos 1999 Salı günü sabaha karşı saat 03.02’de meydana gelirken, 45 saniye süren 7.4 büyüklüğündeki bu depremin bilançosu çok ağırdı: “18 bin 373 kişi can kaybı, 48 bin 901 kişi yaralı, 505 kişi sakat, 112 bin 708 konut-işyeri yıkık ve ağır hasar.”
Bu felâketten en çok etkilenen Sakarya’da ise resmî verilere göre; 3 bin 891 kişi hayatını kaybetti, 7 bin 284 kişi yaralandı. 19 bin 43 konut ve 4 bin 68 işyeri ağır hasar, 12 bin 220 konut ve bin 963 işyeri orta hasar, 18 bin 712 konut ve bin 675 işyeri ise hafif hasara uğradı.
Bu depremi bir felâkete dönüştüren ortak etken şüphesiz “güvenliksiz binalar”dı. İşte bu tablo karşısında alınacak en büyük ders ise ‘deprem değil binalar öldürür’ gerçeği oldu.
Deprem kuşağı üzerinde yer alan ilimizde, yapı stoğunun ‘güvensiz’ olduğu 21 yıl önce gözler önüne serilmişti… Felâketin boyutlarını büyüten ise depremin şiddetinden çok, usulüne uygun yapılmayan binaların neden olduğu kayıplardı. Oysa Sakarya, deprem gerçeği ile defalarca yüz yüze gelmişti.
İlimizin büyük depremler kronolojisinde 1943, 1967 ve 1999 depremleri yer alır.
20 Haziran 1943’te meydana gelen 6.4 büyüklüğündeki Hendek Depreminde; Adapazarı, Hendek, Akyazı ve Arifiye bu depremde oldukça ağır hasar almış, 304 insan yaşamını yitirirken 234 kişi ise yaralanmış…
22 Temmuz 1967 Mudurnu Depreminde ise; Mudurnu Vadisi’nde 7.1 büyüklüğünde yıkıcı bir sarsıntı meydana gelmiş, Arifiye civarında, ana şok sırasında hasar görmüş binlerce ev, izleyen günlerde meydana gelen artçı depremler sonucu tamamen yıkılırken, 83 kişi hayatını kaybetmiş…
Ve son yaşadığımız 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi…
Bu tarihlere bakıldığında bölgemizde ortalama 25-30 yıl aralıklarla meydana gelen bir deprem gerçeği var… Bundan kaçış yok! Depremin ne zaman olacağını önceden kestirmek mümkün değil ama konunun uzmanları öngörüleri ile İstanbul için yaklaşmakta olan büyük depremi bilimsel verilere dayanarak haber veriyor. Sakarya’yı da etkilemesi muhtemel bu korkunç gerçekle her an karşı karşıya kalabiliriz!
DEPREME HAZIR MIYIZ?
Adapazarı ve civarının zemin yapısı dikkate alındığında Marmara bölgesinde ve İstanbul’da olabilecek şiddetli bir depremin Sakarya’yı da etkileyeceği açık. O halde ne yapmalı?
Tüm bu gerçeklerle yüzleşerek Sakarya için depreme karşı tüm tedbirleri almış ve hazırlıklarımızı tamamlamış olmak zorundayız.
Depreme dayanıklı yapı üretiminin temel adımı; bugün yürürlükte olan Türk Deprem Yönetmeliği’nin titiz bir şekilde uygulanmasıdır.
Uzmanların, “Yapıları depreme karşı hazırlamanın iki yolu vardır; İlki, mevcut yapı stokunun durumu tespit edilerek iyileştirilmesi, onarılması, güçlendirilmesi veya yeniden yapılmasıdır. İkincisi, yeni yapıları bilim, teknoloji ve mühendislik ilkeleri doğrultusunda yapmaktır” şeklindeki uyarıları dikkate alınmalı.
Önümüzde duran asıl sorun, depremin kendisi değil doğuracağı sonuçlarıdır…
Deprem yaşanmadan önce alınacak önlemler ve parasal harcamaların deprem yaşandıktan sonra yapılacak düzenleme ve parasal kayıplardan 20 kat daha az olacağını belirten uzmanlara göre temel sorun; plansızlık, çarpık kentleşme, yapı üretim sürecinin ve meslekî uygulamaların niteliksiz olması ve yapı üretiminin yetersizliği veya hiç olmaması…
Burada yapılması gereken en akılcı yol, bu gerçeği kabul etmek ve depreme gereken biçimde topyekün hazırlanmaktır.
Biliminsanları, bu konuda kararlılık göstermeye ve destek vermeye her zaman hazır olduklarını dile getirirken merkezî ve yerel yönetimler de aynı hassasiyetle sorumluluklarını yerine getirmeli.
İnsan ve toplum için ihtiyaçlar sıralamasının en başında ‘güvenlik’ gelir. Güvende olmayan insan ve toplulukların huzur ve mutluluğundan söz edilemez.
Asıl gündemimiz; ne asfalt yollar ne turizm, ne spor ne de seçim olmalı! Önceliğimiz; depremi en az kayıpla atlacak gerekli hazırlıkları yapmak olmalıdır. Bütün enerjimizi buna harcamalıyız. Şu anda meşgul olunan şeyler, olası bir depremde can derdine düşecek bir şehir için hiç bir şey ifade etmez! Allah muhafaza bir felâket tüm bunları boşa çıkarır!
Sakaryalı’nın dinmeyen büyük acısı 17 Ağustos depreminin 24. yılında, hayatını kaybeden hemşehrilerimizi rahmetle anıyor, Allah’tan böyle acıları bir daha yaşatmamasını diliyorum.
Feryatla figânımız enkazda yankılandı,
Ateş düştü yüreğimize kor oldu yandı.
Anadan, babadan ne ev kaldı ne hâtıra!
Bu felâket gelir miydi hatıra?
Dost düşman bu günlerde belli oldu,
Yüze gülen sahte dostlar ne arayıp ne sordu.
Düş de gör demişler şimdi yapayalnız kaldık enkaz üstünde
İki garip yürek boş gözlerle bakıyor kaderine küskün de…
Nice hatıralarımız vardı şimdi enkaz olan evimizde,
An geçti de anılar kaldı acı yüreğimizde.
Eşim gelin olmuştu; Annem babam bu evde öldü…
Gün oldu gönlümüz üzüldü, gün oldu yüzümüz güldü.
Annem incecik bir meyve fidanı vermişti,
Yıllar geçti meyve verdi büyüdü serpildi…
Şimdi ise yerinde yeller bile esmiyor,
Hiç bir teselli yürek acımızı kesmiyor.
Şimdi artık yerle yeksan oldu o güzel evimiz,
Yok artık barınabileceğimiz bir yerimiz.
Sıcaktan soğuktan, kötülüklerden barınırdık,
Yuvamız diye sevinip sarılırdık.
İyi kötü anılarımız yankılanırdı duvarlarında,
Dile kolay bunca yıl geçirdik odalarında balkonlarında.
Evimiz artık sanki bizden bir parça idi,
Deprem vurdu her bir yanı yerlere indi.
Geçmiş tarih oldu, sanki haritadan silindi
Ancak zelzelde hemen yıkılmadı bizi korudu
En sonunda yorulup yerlere yığıldı kaldı.
Ey güzel evimiz yerle yeksan oldun,
Belkide sen bizden bile mahzun kaldın.
Böyle imiş kadri kararı bu zalim dünyanın,
Biz emanetçiyiz neye yarar olsa da hanın hamamın.
…
1999 bizim için çok acı bir gündü,
Sahte dostlar için bugün bayram düğündü.
Ne oldum demesinler ne olacağım desinler,
Bu sözüm onlaradır bunu iyi bilsinler.
Yıkıldı yeksan oldu güzel şehrimiz Adapazarı,
İlhan naciz kulunuzdur bu şiirin yazarı.
İlhan BAYRİ / 17 Ağustos 1999