Organ ve doku bağışı konusunda toplumsal duyarlılığı arttırabilmek için ülkemizde her yıl 3-9 Kasım tarihleri Organ ve Doku Bağışı Haftası olarak çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır.
Bu tür etkinlikler sayesinde, organ bağışının ne kadar önemli bir konu olduğu tekrar hatırlanmakta ve toplumumuz bağış konusunda daha da bilinçlendirilmektedir.
Son yıllarda yapılan kampanyalar ve tanıtımlar sayesinde, Türkiye’de eski yıllara nazaran organ bağışında ciddi bir artış olmuştur. Buna rağmen ülkemiz organ bağışı konusunda, Batılı ülkelerin düzeyine hâlâ ulaşamamıştır. Organ ve doku bağışı bilincinin, ülkemizde bir an önce geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması hayati bir öneme sahiptir.
Şu an itibariyle Türkiye Organ ve Doku Bağış Bilgi Sistemi’ne (TODBS) kayıtlı gönüllü organ bağışçısı sayısı 638.000 kişi olup nüfusu 80 milyonun üzerinde olan bir ülke için bu sayı, oldukça düşük seviyededir. Herhangi bir nedenle beyin ölümü gerçekleşmiş hastaların/kazazedelerin, geçmiş yıllarda organ bağışı başvurusu olsa bile ailelerinden onay alınmadan organları alınamamaktadır. Böyle bir durumda ailelerin %20’lik gibi küçük bir bölümü organ bağışına onay vermektedir.
Sağlık Bakanlığı’nın 2021 yılı verilerine göre, ülkemizde 30.000 kişi organ ve doku beklemektedir. Bu sayının yaklaşık % 85’lik kısmını, böbrek hastaları oluştururken bu hastaları kornea, karaciğer, kalp, akciğer ve pankreas hastaları takip etmektedir.
Ülkemizde yapılan tüm organ ve doku nakillerinin, %75’i canlı donörlerden, %25’i ise kadavradan alınan organ ve dokulardan yapılmaktadır. Oysaki Avrupa ülkelerinde, canlı vericiden ziyade daha çok kadavradan alınan organlarla nakil ameliyatları gerçekleştirilmektedir.
Türkiye’de organ ve doku bağışı oranı milyonda dört iken, Almanya’da bu oran milyonda on dört, Fransa’da milyonda yirmi beş, Belçika’da milyonda yirmi sekiz, İspanya’da milyonda otuz beş civarında seyretmektedir. Bazı Uzak Doğu Asya ülkelerinde ise Şintoizm, Konfüçyüsçülük ve Taoizm gibi organ bağışına sıcak bakmayan inançlardan dolayı organ bağışı yok denecek kadar az seviyededir.
Ülkemizde her gün 8, bir yıllık süreçteyse toplamda 2928 kişi organ ve doku beklerken hayata veda etmektedir.
Yapacağımız organ ve doku bağışları sayesinde, bu ölümlerin bir kısmının önüne geçebilir mutlu sonla biten eşsiz bir hikayenin başrol oyuncusu olabiliriz.
- Beyin Ölümü ve Bitkisel Hayat Ne Anlama Gelmektedir?
Son yıllarda, sıklıkla duyduğumuz tıbbi bir terim olan beyin ölümü, çoğunlukla bitkisel hayat veya koma hali ile karıştırılmaktadır. Halbuki bu kavramlar, birbirlerinden tamamen farklı üç tıbbi durumu tanımlamaktadır. Beyin ölümü ifadesinin tıbben ne anlama geldiği, yurttaşlarımız tarafından tam anlamıyla bilinmemektedir.
Pekâlâ, beyin ölümü nedir? Bitkisel hayat ile arasında ne tür farklar vardır? Bu soruların doğru ve toplumun anlayabileceği netlikte cevaplandırılması, ülkemizdeki organ bağışına yönelik mesafeli bakışı ciddi anlamda değiştirecek ve yurttaşlarımızın bağış konusundaki yersiz korkularını da ortadan kaldıracaktır.
Beynin tamamının, beyincik ve beyin sapının iyileşmesi mümkün olmaksızın tüm fonksiyonlarını kaybetmesi ve bu organlarda kan dolaşımının olmaması durumuna beyin ölümü denir. Beyin ölümü gerçekleşmiş olan bir hastanın, solunum sistemi ve kalbi yaşam destek ünitesi sayesinde çalışmaya devam etmektedir.
Gerçi, beyin ölümü tanısı konmuş bazı hastaların, makine desteğine ihtiyaç duymadan da kalplerinin çalışabildiği bilinen bir gerçektir. Ama bu hastaların, diğer organları işlevlerini tamamen kaybettiği için tekrardan sağlıklarına kavuşabilme şansları yoktur.
Beyin ölümü gerçekleşmiş hastalar, uzman doktorlardan oluşan bir heyet tarafından muayene edilip detaylı bir incelemeden geçtikten sonra ailelerinin de onayı alınarak yaşam destek ünitesinden çıkarılırlar. Tıp tarihi ve literatüründe, beyin ölümü tanısı konmuş bir hastanın iyileşebildiğine dair bir kayıt/veri bulunmamaktadır.
Bitkisel hayatta ise, hasta bilincini kaybetmiş olsa da beyninin belli bölgeleri ve beyin sapı işlevini tamamen kaybetmemiştir. Solunum, kalp ve dolaşım sistemi gibi hayati fonksiyonlar, hâlâ beyin tarafından yapılabilmekte olup bu hastaların bir kısmı tekrardan sağlıklarına kavuşabilmektedir. Bu nedenle bitkisel hayat durumunda olan bir hastanın organları, nakil için kesinlikle alınmamaktadır.
- Organ Bağışı’nın Dini Yönü…
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan, 3 Mart 1980 tarih ve 396/13 sayılı fetvaya göre; İslam dini açısından organ ve doku nakli caiz görülmektedir. Beyin ölümü vakaları ile ilgili olarak da 14.02.2006 tarihinde toplanan Diyanet İşleri Başkanlığı Fetva Kurul’u, eğer uzman doktorlardan oluşan bir heyet, yapacağı her türlü tetkik, tahlil ve değerlendirmeler neticesinde hastada tıbben kesinleşmiş bir beyin ölümü tanısına karar verirse söz konusu hastanın yaşam destek ünitesinden çıkarılmasında ‘dinen bir sakınca yoktur’ fetvasını yayınlamıştır.
Ayrıca, Kuveyt Vakıflar ve Din İşleri Başkanlığı’nın 14 Eylül 1981 tarih ve 87/81 sayılı fetvasıyla İslam Konferansı Teşkilatı İslam Fıkhı Akademisi’nin 11 Şubat 1988 tarih ve 4/1 sayılı fetvasında da belli şartlar çerçevesinde organ ve doku nakli caiz görülmüştür.
Yine, Mısır el- Ezher Üniversitesi Fetva Kurulu ve Suudi Arabistan merkezli Dünya İslam Birliği de organ ve doku nakline cevaz vermiştir.
İran İslam Cumhuriyeti’ndeki Şii alimler de organ ve doku nakillerini dinen sakıncalı bulmamaktadır. Nitekim İran Sağlık Bakanlığı, canlı donörlerden yapılan organ nakillerinde alıcı ve verici arasında bir akrabalık/kan bağı bulunması şartını dahi aramamaktadır.
İslam Dünyası’nın birçok ülkesinde organ ve doku nakli ameliyatları başarıyla yapılabilmekte olup İslam alimlerinin ekseriyeti organ bağışına, tıbben hayati bir tehlike söz konusu ise onay vermektedir.
Son sözü her zaman olduğu gibi İ’lâ-yi Kelimetullah’a bırakıp organ ve doku bağışı gibi son derece hassas ve önemli bir konuyu, vahyin ışığı altında bir kez daha değerlendirelim.
“Her kim, bir hayatı kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur.” (Maide:5/32)
Haydi gelin, Rabbimizin bu büyük müjdesine nail olabilmek için organlarımızı vakit kaybetmeden bağışlayıp organ bekleyen tüm hastalara koca bir umut olalım.
Muhammed Sefa RUMELİ