Bir Halkın Direniş Sembolü: Osmanlı Subayı Şeyh İzzeddin el-Kassâm…

Paylaş:

Takvimler, 20 Kasım 1935 tarihini gösterdiğinde, tüm hayatını cihada adamış, alim ve mücahit İzzeddin el-Kassâm, İngilizler tarafından düzenlenen kanlı bir baskında şehit edilmişti. Vefatının üzerinden yıllar geçmesine rağmen günümüzde bile Filistin halkının özgürlük sembolü olan bu muazzez şahsiyetin, ahirete irtihalinin 88. yıldönümü olması hasebiyle aziz ruhunu yad edip, mücadele ve isyanla geçen yaşam öyküsünü kısaca anlatmak istedik.

“Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.” Bakara/154

***

Genellikle Filistin-İsrail savaşlarında adını duyduğumuz,  lakin kendisi hakkında çok fazla bir bilgi sahibi olmadığımız büyük alim ve mücahid  İzzeddin bin Abdülkadir bin Mustafa bin Yusuf bin Muhammed el-Kassâm, 1882 yılında Suriye’de doğmuştur. Babası Yusuf bin Muhammed el-Kassâm,  bir müderris olmakla beraber aynı zamanda Şeriat Mahkemesi üyesi bir Kâdirî şeyhi olarak da bilinmektedir.

İzzeddin, ailesinin teşviki ve desteğiyle çok küçük yaşlardan itibaren İslami ilimlerin yanı sıra matematik eğitimi de almıştı. Babası Muhammed el-Kassâm, 14 yaşına giren oğlu  İzzeddin’i,  kardeşi Fahreddin ile beraber daha iyi bir eğitim alabilmeleri için Mısır’ın başkenti Kahire’de bulunan el-Ezher’e göndermişti. 1909 yılına kadar Mısır’da kalan İzzeddin el-Kassâm, Muhammed Abduh ve Abdülmâlik el-Alemî gibi dönemin önemli alimlerinden dersler almış ve ilmi açıdan kendisini epey yetiştirmişti.

Mısır’daki eğitimini bitirir bitermez memleketi Suriye’ye dönen İzzeddin, babasının daha önce görev yaptığı Cebele şehrine gitmiş ve buradaki bir medresede müderrislik yapmaya başlamıştı. Ayrıca bazı camilerde vâiz olarak da görev almıştır.

Son derece iyi bir eğitim alan İzzeddin el-Kassâm, gerek zekası gerekse güçlü hitabetiyle insanları etkileyen bir alim olarak, kısa süre içerisinde bölge halkının saygısını ve sevgini kazanmayı başarmıştı.

İzzeddin el-Kassâm, sadece ilmi faaliyetlerle uğraşan sıradan bir din adamı değildi. O, aynı zamanda isyankâr ve savaşçı bir ruha sahip, gerektiğinde silahlı mücadeleden çekinmeyen bir dini ve siyasi lider profili de çiziyordu.

Nitekim el-Kassâm, yaşadığı dönem itibariyle Osmanlı’nın hakimiyeti altındaki toprakların büyük bir kısmında baş gösteren emperyalist işgallere ve bu işgallere destek veren yerel güç odaklarına karşı büyük bir isyan hareketi başlatan bir alim ve bir komutan olarak tarihe geçecekti.

İtalyanlar 1911 yılında Libya topraklarına saldırınca, el-Kassâm acilen bir gönüllü birlik kurarak işgal bölgesine gitme kararı aldı. Bu sırada İtalyanlar ile yapılan antlaşma nedeniyle Trablusgarp cephesine gidemedi.

Trablusgarp savaşıyla ilgili bir cihat marşı da kalemi alan Suriyeli alim, direniş ruhunu canlı tutmaya büyük bir gayret gösteriyordu.

 “Ey Rahman ve Rahim olan Allah’ım!

 Sen Sultanımızı (Osmanlı Padişahı) muzaffer eyle…

 Bizlere inayet eyle, küffar İtalyan’ı yenelim.”

 Enver Paşa’nın emrinde savaşmak için topladığı 250 kişilik birliğiyle Trablusgarp cephesine gidemeyen el-Kassâm, Osmanlı ordusuna gönüllü asker toplamaya devam etti. Hatta cepheye gidecek olan gönüllü askerlerin aileleri için yardım kampanyaları bile düzenledi.

Yürekten bağlı olduğu Devlet-i Âli Osman, 1. Dünya Savaşı’nda ardı ardına mağlubiyetler almaya başlayınca askere alınmak için hemen orduya başvurdu. Kısa bir askeri eğitimden geçtikten sonra garnizon imamı olarak orduya katıldı.

Burada yaptığı etkileyici vaazlarıyla ordunun moral motivasyonunu arttırarak, Mehmetçiğe manevi/imani yönden telkinlerde bulunuyordu.

Tüm dünyada hızla yayılan ulus devlet akımı, Osmanlı topraklarına da sıçramış ve  başta Balkanlar olmak üzere birçok bölgede azınlık halkların isyan hareketleri başlamıştı. Ortadoğu’da ise işgalci İngilizler;  kandırılmaya müsait, ümmet bilincinden yoksun bazı Arap aşiretlerini çeşitli vaatlerle isyana teşvik ediyordu.

Nitekim İngiliz istihbaratının vaatlerine kanarak isyan eden Arap aşiretleri olmuştu. Lakin Osmanlı’ya bağlılığını devam ettiren ve sayıca daha fazla olan Arap aşiretleri olduğu da bilinmektedir. İzzeddin el-Kassâm, ayrılıkçı isyanların önüne geçebilmek için bölge halkına sık sık ümmet birliğinden bahsediyor, Halifeye bağlılığın önemini anlatıyordu. Bu söylemler doğal olarak emperyalist işgalciler ile yerli işbirlikçileri oldukça rahatsız ediyordu.

Fransızlar, Suriye’yi işgal edince memleketine dönüp burada bir isyan hareketi başlatan el-Kassâm, dostu Ömer el-Bâytâr ile birlikte emperyalistlere karşı büyük başarılar elde etmişti. Fransızlar, adeta başlarına bela(!) olan el-Kassâm’ı idam talebiyle aramaya başlamıştı. Üzerindeki baskı iyice artınca, Suriye’den bir başka cihat bölgesi Filistin’e geçen Suriyeli alim, Hayfa şehrine giderek burada dini ve siyasi faaliyetlere başladı. Bu arada, Hasan el-Bennâ’nın önderliğinde Muhibbüddin el-Hatîb tarafından kurulan Müslüman Gençler Derneği’ne (Cem‘iyyetü’ş-şübbâni’l-müslimîn) de üye olan el-Kassâm, liderlik vasıfları sayesinde kısa zamanda bu derneğin başkanı olmuştu.

Verdiği vaazlar, yaptığı ev toplantıları ve köy gezileriyle Filistin halkını, İngiliz işgaline karşı örgütleyen el-Kassâm, Filistin’de kurulmak istenen siyonist Yahudi Devleti’nin arkasında, İngilizlerin olduğunu, bu yüzden asıl hedefin Britinya olması gerektiğini halka anlatmaya çalışıyordu.

Çünkü ona göre siyonizm, İngiliz Devleti’nin desteğini almadan emellerine ulaşamazdı.  Şehit  alim, kendisine gönül verenleri  Meşâyih isimli bir örgüt çatısı altında organize etmek için büyük gayret sarf etti. Meşâyih yapılanması daha sonra Kassâmiyyûn olarak da adlandırılacaktı.

İngilizler’in, Filistin topraklarında siyonist bir Yahudi Devleti’nin kurulmasının yolunu açan  Balfour Deklarasyonu’nun yıl dönümü olan 2 Kasım 1935 yılında, isyan hareketinin fitilini ateşleyen İzzeddin el-Kassâm, Filistin’de büyük bir direniş hareketini başlatan isim olacaktı.

Arthur James Balfour Tarafından Lord Rothschild’e Yazılan Mektup

 ( Lord Rothschild’e Yazılan Mektup:

Majestelerinin Hükûmeti, Filistin’de Yahudîler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin’deki mevcut Yahudî olmayan toplumların sivil ve dinî haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Yahudîlerin sahip oldukları haklara ve siyasî statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır. Bu deklarasyonu, Siyonist Federasyonu’nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım. Arthur James Balfour)

Bu isyan hareketi, ne yazık ki İngiliz güçleri tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. İzzeddin el-Kassâm ve arkadaşları Nablus-Cenin bölgesine yakın bir yerde işgalci askerlerle girdikleri çatışmada, şehit düştüler.

Büyük alimin cenazesi, 20 Kasım 1935 yılında Hayfa’ya götürülerek bir gün sonra defnedildi. Cenazesi merasimine yüz binlerce insan katılmıştı. Kassâm’ın, cansız bedeni bile işgalci güçlere gözdağı vermeye yetiyordu. İzzeddin el-Kassâm’ın, Filistin topraklarına ektiği isyan tohumları, vefatından sonra yavaş yavaş filizlenmeye başlayacak ve Filistin tarihinin ilk intifadası olarak kabul edilen 1936 ayaklanmasına ilham kaynağı olacaktı.

***

İzeddin el-Kassâm önderliğindeki bu hareket, askeri yönü daha ağır basan dini ve siyasi bir yapı olması hasebiyle Müslüman Kardeşler (İhvân-ı Müslimîn) örgütlenmesinden bazı hususlar da farklılıklar arz ediyordu.

Kassâm hareketi, hücre evleri kurarak bölgesel saldırılar yapan, ciddi bir istihbarat ağına sahip, casusluk faaliyetlerine önem veren, Teşkilat-ı Mahsusa’yı belli  noktalarda taklit eden, psikolojik harp tekniklerini kullanan, vur kaç saldırıları yaparak işgalci unsurları yıpratan, savaşta bile dini kaideleri göz önünde bulunduran siyasi, askeri, dini ve aksiyoner bir anlayışa sahipti.

İzzedin el-Kassâm, özellikle Enver Paşa ile Libya aslanı olarak da bilinen  Ömer Muhtar’dan oldukça etkilenmişti. Bir  Osmanlı subayı olarak Türk ordusunun genel yapısını çok iyi biliyordu. Askeri organizasyonunu oluştururken, elde ettiği bu tecrübelerden faydalanmayı ihmal etmedi. Öyle ki, bazı Arap direniş gruplar; İzzeddin el-Kassâm’ı,  Enverci olmakla bile itham ediyordu.

Elbette, 1. Dünya Savaşı gibi dünya siyasi tarihini derinden etkileyen bir ortamda, bağımsızlık talebiyle isyan edip Osmanlı ordusuyla savaşan bazı Arap aşiretleri bulunmaktaydı. Bu aşiretler, sayıca azınlık olmalarına rağmen İngilizler tarafından desteklendikleri için bölge de daha etkin bir rol oynuyorlardı.

Ama gerçek olan şudur ki Arap nüfusunun büyük bir bölümü, Payitahtta olan bağlılığını devam ettirmiş ve bu uğurda savaşmaktan da çekinmemiştir. Hatta Arap direniş gruplarının bir bölümü, Anadolu’ya geçerek Kuvâ-yi Milliye birlikleriyle ortak hareket etmiştir.

Tıpkı şu anda olduğu gibi Filistin Devlet Başkanı(!) Mahmud Abbas zihniyetine sahip bazı Araplar, kendi halkına bile ihanet ederken, İzzeddin el-Kassam’a gönül vermiş milyonlarca Arap ise emperyalist ve siyonist ittifaka karşı büyük bir direnişe imza atıyor.

Tarihin her döneminde ruhunu ve zihnini satanlar ile onurlu ve haklı bir direniş için kanlarını akıtmaktan çekinmeyeler de  olmuştur.

(Muhammed Sefa RUMELİ)