Adapazarı’nın Düşman İşgalinden Kurtuluşunun 103. yıldönümü nedeniyle bir yazı kaleme alan Atatürkçü Düşünce Derneği Karasu Şubesi Kurucu eski Başkanı eğitimci Kemal Koçöz, yazısında, “21 Haziran, şanlı bir gündür.. Bu güzel gün, yurdumuza ve ulusumuza kutlu olsun. Deprem mağduru Adapazarı’mızın o düşman işgalinden kurtuluşunun bu şanlı gününün yıldönümünü coşkuyla kutlamalıyız” dedi.
Kemal Koçöz, Adapazarı’nın Düşman İşgalinden Kurtuluşunun 103. yıldönümü için yazdığı şu yazıyı paylaştı:
“21 Haziran (1921), Adapazarı’nın Düşman İşgalinden Kurtuluşu Günü’dür. Bu tarihi günümüz, dünkü o düşman işgalinden ve mezalimlerinden kurtuluşumuzun yıldönümü günü olan bu güzel günümüz 21 Haziran Adapazarı’nın düşman işgalinden kurtuluş günü Kutlu Olsun.
Adapazarı’mızın düşman işgalinden kurtuluşuna dair bu güzel günün ilk kutlama yıldönümünün törenine bir vesileyle Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüz de katılmıştı.. Minnettarız.
Deprem mağduru bu güzel Adapazarı’mız, vaktiyle o şer Mütareke bahanesiyle (13 Kasım 1918’de) Cihan İmparatorluğumuz Osmanlı’nın yönetim merkezi olan başkenti İstanbul’umuza o emperyalist düşmanın, vaktiyle Çanakkale’yi aşamadığı donanmasıyla ve yunan savaş gemilerinin gelmesiyle halkımız büyük bir hüzne gark olmuştu.. Ve ardından 16 Mart 1920’de de yeniden yeis ve hüsrana büründüren İstanbul’daki o fiili işgalle oluşan o kapkara günlerde İzmir (15 Mayıs 1919), Aydın (3 Temmuz 1920), İzmit (6 Temmuz 1920), Bursa (8 Temmuz 1920) gibi birçok ilimiz de düşman işgaline maruz kalmıştı.. (Yaylasını ve ovasıyla ünlü İnönü yöresinde oluşan) Birinci İnönü Harbi’nde (9-11 Ocak 1921) yenik düşen yunan ordusu 23 Mart’ta yeni bir taarruza başlar.. İzmit yöresindeki yunan birlikleri de 24 Mart’ta Sapanca Kırkpınar’a girdi. Yunan birlikleri, yerli rım ve ermeni çeteleriyle birlikte saldırı ve mezalimlerini sürdürerek ilerlediler. Kimi yerlerde ev yaktılar, köyleri ateşe verdiler.! Böyle bir ortamda (25 Mart’taki) Sapanca’nın ve Geyve’nin işgali ardından Adapazarı’mız da o haçlı batının silahlı askerlerinin vahşetiyle ve içimizdeki işbirlikçilerin baskı ve saldırılarına uğradı.. Güzel Adapazarı’mız 26 Mart’ta işgale maruz kaldı.!
Yıkılmaz, sarsılmaz(!) sanılan Cihan İmparatorluğu Osmanlı’nın başkenti İstanbul, “Esir Şehir!” misali işgal altındayken bu güzel vatanın o düşman işgalinden, o düşmanların mezalimlerinden “Kurtuluş”u için “Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”(Gz.M.K.A.) anlayışını ilke edinerek Samsun’a giden ve oradan Anadolu’nun içlerine geçerek (28 Mayıs 1919’da) düzenlediği Havza Bildirgesi ardından işgale karşı (Havza’da) miting başlatan, Millî Mücadele uğraşılarında bir bütünlük sağlamak için (22 Haziran 1919’da) Amasya Bildirgesi oluşturup, Erzurum ve Sivas’ta Kongreler yapan ve ardından Ankara’da (23 Nisan 1920’de) yüce Meclis’imizi kuran Mustafa Kemal Paşa’nın Saray, Sadrazam ve Şeyhülislam tarafından suçlanması, fetva ve fermanlarla halka kötü tanıtılması ve hatta O’na yandaşlık edilmesinin, vatanın düşman işgalinden kurtuluşuna dair millî dayanışma gayretlerinden sayılan Kemalist olmanın suç sayılması neyin nesiydi, hangi akla hizmetti? Bir Cihan İmparatorluğu iken işgale maruz kalış nasıl bir aymazlıktı? Böyle vahim, böyle hazin bir durum karşısında Anadolu insanımız üzüntüye gark oldu.. Eski komşuluklar, erki dostluklar, birlik ve dirlik düzenleri bozuldu..
Çanakkale Savaşları’nda büyük bir hezimete uğrayan o emperyalist haçlı Batılıların sinsi entrikaları sonucu önümüze konulan, o Birinci Dünya Savaşı’nın masa başı oyunlarıyla oluşan o emperyalizmin (25 maddelik) Mütareke dayatmasının son maddesinin (31 Ekim’de savaş sona erecek!) şirinliği bir hayra alamet değildi! Müttefiki olunan Almanya’nın yenilgisi yüzünden Osmanlı’ya dayatılan o şer Mütareke, bu güzel vatanımızın işgal edilmesine ve bölüşülmesine zemin hazırlayan bir aldatmacaydı..
(Mondros Mütarekesi: 30Ekim 1918- Müttefik Devletler: İngiltere, Fransa, Rusya ve sonradan İtalya ve ABD de katıldı..) (Son madde olan 25. Madde: Osmanlı Devleti ile Müttefik Devletler arasında yapılan savaş 1918 yılı Ekim ayının 31. Günü yerel saat ile öğle zamanı sona erdirilecektir.) (7. Madde: İtilaf devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri stratejik yerleri işgal edecekler.)
Vaktiyle asırlarca İmparatorluk merkezi olan tarihin güzel şehiri İstanbul’un (Cihan İmparatorluğu Osmanlı’ya 1453 yılından itibaren 470 yıl başkent oluşunun) o şanlı ihtişamının gölgesinde birkaç asırdır olmanın huzuru ve gururu gayretiyle iyiye, güzele, refaha yönelmeye başlayan Adapazarı’mızın o aydınlanan ufukları, o düşmanın işgaline uğrayan, mezalimlere maruz kalan güzel İzmir’imizin ardından ve tekrar fiilen işgale uğrayan İstanbul ile birlikte kararıyordu..
(Müttefik donanmalarının, yunan savaş gemilerinin İstanbul’a gelişi (13 Kasım 1918), güneyden Urfa’nın, Antep’in işgali ardından İzmir’in İşgali (15 Mayıs 1919), işgaller ve ardından Osmanlı Başkenti İstanbul’un fiili işgali: Meclis-i Mebusan’ın basılması, Devlet dairelerine girişler, tutuklamalar-16 Mart 1920)
Tarihi destanımız Çanakkale Savaşı’nda, Sarıkamış’ta, Kafkas Cephesi’nde, Makedonya’da, Filistin, Suriye ve Irak Cephelerinde, Yemen çöllerinde ve yurdun her bir köşesinde birçok yiğidini şehit veren Adapazarı, onca acıların altında ezilmekten kurtulmaya uğraşlar verirken yeniden o zalim düşmanların saldırılarıyla, vahşetleriyle karşı karşıya kaldı.! Mütareke ardından şımaran yerli rumlar, ermeniler vaktiyle birlik içinde yaşadıkları Türk halkına kin gütmeye, baskı oluşturmaya başladılar; yunanın gelmesiyle birlikte hepten azıttılar! Yunan birlikleri ve işbirlikçisi yerli rum, ermeni çeteleri gittikleri yerlerde halka eziyet ettiler, ters düştükleri köyleri yaktılar, kadına kıza kötülük yapıyor, tecavüze yelteniyorlardı; darpla edinebildikleri paraya, erzaka el koyuyorlardı.. Güzergahlarında davar, sığır, tavuk, hindi, kaz ne bulduysalar gasp ediyorlardı.. Yunan gavuru Adapazarı merkeze girdiklerinde camide eda edenleri tartaklamaktan, ezanı yasaklamaktan, etrafta dolanmamaları ve şehri terk etmelerine dair gözdağı vermekten de geri kalmadılar.. Vaktinde kaçamadıklarından düşman eline düşen birçok insan, birçok kadın-kız, çoluk çocuk dipçiklendi, süngülendi, kurşunlara maruz kalındı.! Durum buyken oluşan onca vahşetler, mezalimler, talanlar, yıkımlar, o durumu görenlerce ve o olayların anlatılarını dinleyenlerce nasıl unutulur?
Ve bu nedenle nice savunmasız ailelerde tedirginlikler oluştu; kimileri şahsi gayretleriyle savunmaya yöneldiyse de tam başarılamadı; birçok aileler, kadınlar o zalim düşmanın eline düşmemek, mezalimlere uğramamak için kucaklarında, sırtlarında bebeleriyle uzak köylere kaçışlar başladı.! Kimilerinin elinde, sırtında ufak tefek eşyaları; kimilerinin elinde veya sırtında bebeleri vardı.. Ve günün birinde Yunan birlikleri Sakarya Nehri’nin doğusuna geçemesin diye milislerimize (eski eşyalar, öteberiler konularak) Tavuklar Köprüsü yakılmıştı..
26 Mart 1921’de yunan işgaline maruz kalan Adapazarı’mız, milislerimizin gayretleriyle 87 gün sonrası 21 Haziran sabahı o düşman işgalinden kurtuldu.. (Gerçi Mütareke ardından oluşup gelişen o mezalimler 4 ayı aşmıştı..) Halit Molla kuvvetleriyle, Kazım Kaptan’ın, Osman Kaptan’ın, İpsiz Recep’in ilerleme destekleriyle, Adapazarılı milis güçlerinin gayretleriyle oluşan Türk birliklerinin ilerleyişi karşısında o mezalimler vahşisi yunan birlikleri yeni kayıplar vermeme telaşına düşerek 20 Haziran akşamı ardından Adapazarı’ndan İzmit’e doğru çekilmeye başladılar, geceyle birlikte Adapazarı’nı tamamen terk etmiş oldular..
Ulusal Kurtuluş mücadelemizde büyük yararlılıkları olan Kaynarcalı Halit Molla, ilkin yöresel etkinlik yaptı, Kaynarca’nın (3 Mayıs 1921) düşman işgalinden kurtuluşunu sağlaması ardından Ferizli (20 Haziran) ve Söğütlü istikametinden geçip Dağdibi güzergahından vardığı Tekeler köyü istikametinden sabah erkenden Adapazarı’na girerek Adapazarı’ndan yunan birliklerinin, rum ve ermeni çetelerinin temizlenmesine büyük bir katkı sağladı. Sabah erkenden girdiği Adapazarı’nda camilere adamlar göndererek ezan ve salalar okuttu.. Orhan Camii minaresinden kurtuluşu müjdelemek babında sabah ezanını kendisi okudu.. Kazım Kaptan da Hükümet konağındaki yunan bayrağını indirip kurtuluşun, hürriyetin simgesi olan Ay yıldızlı al bayrağımızı göndere çekmiş oldu..
Yunan askerleri, rum ve ermeni çeteleri karşıya geçmesin diye (beriki tarafından) yakılan ağaçtan yapılma Tavuklar Köprüsü’nün yanışı bir hazindir.. O vakitlerde Tavuklar Köprüsü’nden bir kafileyle birlikte geçen (rahmetli) babaannem, yanlarında yürüyen bir kadının, kucağındaki kundaklı bebeğiyle birden duraksayıp Haminneme, bebeğiyle ilgili unuttuğu bir eşyayı yakında olduğunu söylemiş olduğu evinden alması gerektiğini ve hemen döneceğini söyleyip kucağındaki bebesiyle koşarak ayrılmış.. Koşarak gidip kısa bir süre sonra koşarak geriye dönmesi esnasında köprünün beri (doğu) yakasının yanışının artması nedeniyle yunan gavurunun eline düşmemek için bebesi kurtulsun diye kundaklı bebesini Sakarya Nehri’ne atmış ve peşinden kendisi de atlamış nehre..
(Sakarya’nın doğu tarafındaki bir bölümü yanan bu tahta köprü, Kurtuluştan sonra eksik gedik yerleri tahtalarla onarılarak tekrar ulaşıma açılmıştı.. (18 Temmuz) 1934’te Adapazarı’na ikinci kez ziyarete gelen Atatürk, Tavuklar Köprüsü’nden geçmiş, ulaşıma elverişli olmadığını söylediği bu ağaç köprünün yenilenmesini önermiş ve 1937’de yenilenmişti. Yaklaşık 110 m. uzunluğunda ve 6 m. genişliğinde olan üç kemerli bu beton köprüye Sakarya Köprüsü adı verildi..)
Yunan birliklerinin, rum ve ermeni çetelerinin mezalimlerinden kaçış esnasındaki oluşan gecikmeleri nedeniyle yolarda ve köprü güzergahında yakalanıp dipçiklenenlerin, süngülenenlerin, yunan mezalimlerine ve kurşunlarına maruz kalanların çığlıkları ; yunan gavurunun, o Rum ve Ermeni çetelerin eline düşmemek için yanışı süren o ateşi yarıp geçileceğinin sanısında olanın veya gavurun eline düşmemek için yanmayı göze alanın, yanmakta olan bu köprüden geçiş esnasındaki tutuşmayla oluşan o yanışın yürekleri dağlayan çığlıkları, hâlâ kulaklarımda çınlıyor(!) diyordu o olay günlerini yaşayan kadın misafirleriyle konuşup dertleşirken.!
Anlatanın ve dinleyenlerin vicdanını sızlatan, yüreklerini dağlatan İstiklâl Harbi’nin bu hazin olaylarından dersler çıkarılmalıdır.. İstiklâl Harbi’mizi, Atatürk’ümüzü ve eseri Cumhuriyetimizi karalama amaçlı yalanlara kanılmamalı, tez karşı durulmalıdır.. Düşman işgalinden, o kara günlerden kurtuluşumuza liderlik eden ulusal önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e saygı ve minnette kusur edilmemelidir; Vatanımızın ve insanımızın hürriyetine ve refahına yönelik gayretlerine ve kurduğu bu güzel Cmhuriyete minnet duyulmalı, öğütlerinden ilham alınmalı, sağa sola savrulmayıp O’nun yolundan dosdoğru gidilmelidir.. Ebediyete intikal eden şehit ve kahramanlarımız ve ulusal önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüz her daim rahmetle, minnetle, saygıyla anılmalıdırlar..
Ulusal Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, planladığı Büyük Taarruz öncesinde Geyve (Adapazarı)-İzmit (Kocaeli) yöresindeki millî birliklere dair denetleme gezisinde bulunacaktı.. (12 Haziran 1922- Ankara’dan ayrılış.) Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa, Vatana hizmet gereği 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan Samsun’a giderken annesiyle görüşüp ayrılmasından beri üç senedir annesini görme fırsatı olmamıştı.. (Ki, annesi Zübeyde Hanım, 1920’lerde oğlu Mustafa Kemal ve arkadaşlarının idam edilmesi fetvası ve fermanı haberinden dolayı üzüntüsünden kısmi bir felç geçirmişti..) Denetleme vesilesiyle annesini de görecek, üç yıl ayrı kalışının özlemini giderecekti.. Bu nedenle Mustafa Kemal Paşa’nın Adapazarı’na gelmeden bir gün öncesi Zübeyde Hanım (tebdili kıyafetle) İstanbul’dan Adapazarı’na getirilmişti ve ertesi günü Mustafa Kemal Paşa (14 Haziran 1922’de) Adapazarı’na gelmişti.. Mustafa Kemal Paşa’yı ilçe merkezine getiren otomobil, o kalabalık arasından Gazi Paşa’mızın ikametine ayrılan Adapazarı Askerlik şubesi eski başkanı Binbaşı Vahap Bey’in İstasyon karşısındaki evine yönelmişti.. Mustafa Kemal Paşa, evin civarına yaklaştıkça artan kalabalık yüzünden otomobilinden inmek zorunda kalmış, sevgi gösterileri arasında güçlükle ilerlemiş, annesinin olduğu eve kadar yürüyerek gitmişti.. Zübeyde Hanım, oğlunun gelişini balkondan izlemekteymiş gözyaşlarını silerek.. Mustafa Kemal Paşa, evin önüne geldiğinde annesi ile buluşmuş, kucaklaşmıştı..
Karadenizli Molla Durmuş kızı rahmetli babaannem de güzel beldemiz Adapazarı merkezine ve yöresine yönelik o işgal ve mezalim günlerinde kundaktaki Kemal amcamı, sarmaladığı dastarıyla sırtlayıp o yunan, o rum, o ermeni gavurunun, o eşkıya haydutlarının eline düşmemek için Adapazarı’ndan uzaklaşmışlar, köyden köye kaçmışlar; acılara, korkulara, yokluklara maruz kalmışlardı.! Rahmetli Haminnem, Büyük Atatürk’ün Adapazarı’na geldiğini duyduğu günlerde ise küçük oğluyla Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı görmeye, dinlemeye gelmişti istasyon meydanına.. Mustafa Kemal Paşa, annesinin misafir edildiği evin balkonuna çıkarak burada Adapazarı halkına yönelik bir balkon selamlaması yaparken Büyük Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım da o balkon selamlaması esnasında Atatürk’ün sol (yani kalbinin) yanındaymış (haminnemin giyindiği gibi bir giyimiyle, siyah pardösüyle).. Boyu, Atatürk’ün omuzuna geliyormuş.. (14 Haziran 1922 Çarşamba)
Ulusal önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün, Vatana hizmet görevi için Samsun’a giderken (16 Mayıs 1919’da İstanbul Şişli’de) vedalaştığı ve bu vedalaşmasının ardından üç yıl görmediği annesini görmek için Adapazarı’na getirtmesinden ve (ertesi günü) 14 Haziran 1922 Çarşamba günü kendilerinin Adapazarı’mıza teşrif etmelerinden ve vatana hizmet gayretlerinden Minnettarız..
Adapazarı’na gelişinin ikinci gününden itibaren sade bir yurttaş gibi çarşı Pazar gezip esnafla ve halkla konuşmuş olan Mustafa Kemal’in Adapazarı’na geldiği duyulmuştu.. Kemal Paşa, Adapazarı’na gelişinin üçüncü gününün Cuma günü olması vesilesiyle Orhan Camisi’nde (Camii Şerif) Cuma namazını Adapazarı halkıyla birlikte kılmıştı..
O gün *“öğleden sonra ise Çark mesire alanında şerefine düzenlenen bir müsamereye katılmış, perde aralarında Türkçe duaların okunduğu “Kurtuluş Günlerine Doğru” adlı üç perdelik piyesten etkilenmiş, çok memnun kaldığı bu müsamereyi düzenlere memnuniyetini bildirmişti.. Mustafa Kemal Paşa’nın Adapazarı’na geldiğini geç öğrenmiş olan Hendek Numune Okulu öğretmen ve öğrencileri, vaktin geç olmasına rağmen yola çıkmışlar, müsamere başlangıcına yetişmişlerdi.. Müsamere bittikten sonra yanlarında getirdikleri pankartlarla dışarda bir hürmet ve gösteri saffı oluşturmanın ardından gösterilerde bulunan, marşlar ve şiirler okuyan Hendek Numune Okulu öğrencilerinin etkinliklerinden memnun kalan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Hendek Numune Okulu Öğretmen ve öğrencilerinin her birinin ellerini tek tek sıkarak başarılarını kutlamış, “Bendeniz için uzak yollardan buraya kadar ihtiyât-ı zahmet edişinize müteşekkirim. Ne ile geldiniz? Selametle avdet ediniz.” gibi sözlerle iştiraklerine ve gayretlerine dair memnuniyetini dillendirmişti..”*
Adapazarı’na gelişlerinin dördüncü gününde (17 Haziran’da) demiryoluyla Sapanca’ya uğrayıp İzmit’e geçerek burada Kocaeli Milli Birliklerini denetleyen, Türk dostu Fransız gazeteciyle buluşup toplanan halkla görüşmeler yapan, etkinliklere katılıp söylevlerde bulunan Mustafa Kemal Paşa, yaklaşmakta olan Adapazarı’nın düşman işgalinden kurtuluşunun birinci yılı törenine katılmak için Ankara’ya dönüşünü 21 Haziran’a ertelediğinden (19 Haziran’da) tekrar Adapazarı’na gelmişti..
Düşman işgalinden kurtuluşun ilk yıldönümünün töreni için Adapazarı’nın her tarafı bayraklarla süslenmişti.. Adapazarı halkı, düşman işgalden kurtuluşunun birinci yılını kutlamak ve de Mustafa Kemal Paşa’yı uğurlamak için 21 Haziran sabahı erkenden yollara koyulmuş, Belediye Dairesi önündeki tören meydanında toplanmıştı.. Öğrenciler de dalgalandırdıkları bayraklarla, taşıdıkları çelenk ve pankartlarla meydanda yerlerini almışlardı.. Askerlerimiz, ebedi Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün huzurunda görkemli bir geçiş töreni oluşturulmuştu. Bu geçit töreni bitimiyle oluşan temenniler ardından Mustafa Kemal Paşa kürsüye çıkarak tören alanındaki halkımıza kısa bir hitapta bulunur: “Askerler, köylüler! Yakın zamanda düşmana darbe-i kati’ye indireceğimize emin olmalısınız. İnşallah bu darbe bizi İzmir’imize kavuşturacaktır. Siz asker ve köylülerle mazlum ana vatanın halas (kurtulma, kurtuluş) günlerini yaşıyoruz. Hürriyet ve istiklâl günlerimize kavuşmak üzere bulunduğumuzu asla kalbinizden silmeyiniz.” der.. (Gz. M.K.A. Adapazarı, 21.6.1922)
Vaktiyle son Cihan İmparatorluğu olan Osmanlı’nın çöküşüne sebep olan o şer Mütareke bahanesiyle savunma hakkı kısıtlanarak düşman işgaline ve mezalimlerine maruz kalan halkımızın ve ecdat yadigârı bu kutsal vatanımızın o düşman işgalden kurtuluşunu adeta müjdeleyen ve Adapazarlılarla vedalaşmayı yansıtan bu kısa ve öz konuşmanın ardından yolculuğa hazırlanan Mustafa Kemal Paşa, havanın aniden bozup kuvvetli bir fırtınanın oluşması ve şiddetli bir yağmurun başlaması nedeniyle yolculuğunu bir süre ertelemişti. Ve o gün (21 Haziran 1922 Çarşamba günü) öğleden sonra (2.30 civarında) annesi ile birlikte Adapazarı’ndan ayrıldılar.. (Geyve’ye ve İzmit’e uğrayıp oradan 23 Haziran’da ayrılarak Ankara’ya döndüler..)
(Osmanlı’nın Gerileyişi Viyana hüsranıyla başlar.. Vaktiyle şöhret düşkünlüğü, neferin erzak ve atların yemlenmesine dair tedbirsizliğin oluşturduğu kıtlık, savaşa dair plansızlık, destek sözü vermiş kimi komşu birliklerin kasıtlı olarak vaktinde yardıma gelmeyişi ve hatta güvenilir sanılan kimi yardımcı birlik yöneticilerinin kıskançlıklarının depreşmesi yüzünden tutulmayan kimi gediklerden baskın yenilmesi nedeniyle 1683 yılında oluşan) o İkinci Viyana Kuşatması hüsranının ardından kaybedilen savaşların, 93 Harbi’nin (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı), Balkan Savaşları’nın onca acıları, yıkıntıları ve yoklukları yetmiyormuş gibi bir de Birinci Dünya Savaşı başımıza musallat olduydu.! O şer Birinci Dünya Savaşı’nın en kanlı cephesi sayılan ve Türk’ün şanlı kahramanlıklarıyla destanlaşan (1915’teki) o ünlü Çanakkale Savaşları’nda büyük bir hezimete uğrayan o emperyalist haçlı Batılıların sinsi masa başı entrikaları sonucu, yenik sayılan Cihan İmparatorluğu Osmanlı’nın önüne Mütareke dayatması konuldu.!
(28 Temmuz 1914- 11 Kasım 1918 yılları arasında yaklaşık olarak 4 yıl 4 ay süren) o şer Birinci Dünya Savaşı’nın galibi sayılan o istilacı emperyalizmin, müttefiki olunan Almanya’nın mağlubiyeti bahanesini ileri sürerek oluşturdukları o masa başı entrikasının yenilgisiyle oluşan ve (Çanakkale Boğazı’nın karşısında yer alan yunan Limni adasının Mondros Limanı’nda demirleyen ve Çanakkale Savaşı’nda yara aldığından geri çekilmiş olan o ingilizin uğursuz Agamemnon zırhlısında) 30 Ekim 1918’de Osmanlı heyetine imzalattırılan o şer Mondros Mütarekesi’nin ardından sürekli baskılara maruz kalındı.! Cihan İmparatorluğu Osmanlı’yı parçalayıp yıkmaya, bölüp bölüştürmeye yönelik o şer Mütareke dayatmaları bahanesiyle işgale ve esarete maruz kalınış ne büyük bir hazindi.!
Vaktiyle dört Kıta’ya ün salan, üç Kıta’ya atının nalıyla medeniyet taşıyan ve hata o vahşi Orta Çağ Avrupası’nın karanlıklardan kurtulup aydınlıklara kavuşmasına, bir bakıma o Batı medeniyetinin gelişmesine katkı sağlayan bir Cihan İmparatorluğu Osmanlı nasıl olur da böyle bir hazin hale düşerdi.! Ki, Osmanlı’nın yükselişe geçişinin ardından dahili ve harici Hıristiyanların etkisindeki ulemaların yanıltılarıyla bir taraftan bilimsellikten ayrılıp hurafelerden medet ummaya yönelişle bilimde, sanatta, ticarette ve üretimde gerilemeler oluşurken tüketimde ise israf artışlar baş göstermişti.. Bununla birlikte başlayan aşırı israf ve şatafat düşkünlüğündeki artış, içteki ecnebi tefecilere ve dış borçlanmalarda büyük artışların oluşmasına iç huzursuzluğun da başlamasına sebep oluşturmuştu.! Cihan İmparatorluğu Osmanlı, taht ve şehzade entrikalarına da maruz kalınca dış ve iç düşmanların sosyal, siyasal, ekonomik ve askeri saldırılarına da maruz kalmaya başlamıştı.. İkinci Viyana hüsranıyla başlayan Gerileme Devri ardından belki yeniden yükselişe zemin sağlanır umulurken yıkılışa zemin oluşturan o şer Birinci Dünya Harbi esnasında ve savaş müttefiki olunan Almanya’nın yenilgisi nedeniyle mağlup sayılarak o şer Mütareke dayatmalarıyla karşı karşıya kalındı ve ardından o galip devletlerin istilası, işgali oluştu.. Oluşan bu işgale karşı, o düşman işgalinden ve mezalimlerinden “Kurtuluş” için Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde bir Millî Mücadele başlatıldı..
Bir taraftan Saray’ın gafleti, dinsel yanlış fetvalar ve fermanlar, bir taraftan İstanbul Hükümetinin yanlış tutum ve söylemleri halkımızı yanıltıyor, çoğu kez, insanımız ne yapacağını bilmez hale geliyor; daha vahimi ise İngiliz-Rum ve hatta Saltanat destekli yeni yeni yerli eşkıya grupları da türüyordu.. Bu esnada o düşman işgalinden ve paylaşımından kurtuluş için Anadolu’muzun yeniden bağımsızlığı mücadelesini başlatan Gazi Mustafa Kemal’e ve Kuvayı Millîye hareketine karşı halkı kışkırtan İstanbul yönetiminin yanlışlıklarıyla oluşan Rum-Yunan-İngiliz yandaşlığını ve mandacılığını benimseme gafleti yüzünden kendi insanımız da, Anzavur hainine de uyup düşmanın Adapazarı’na girmesine destek verdiler ve hatta İngilizlerce, Sarayca yönlendirilmeyi fırsat bilen kimi abhaz, çerkez çeteleri de yunan, rum ve ermeni çeteleri gibi Adapazarı halkımıza kötülük etmeye başladıydılar.!
(Osmanlı’nın Duraklama ve Gerileme Dönemi’nde, Kurtuluş Savaşı yıllarında ve hatta Cumhuriyet dönemi esnasında da karşılaşılan o güçlükler, o zorbalıklar için İnönü Savaşları’nın kahraman komutanı olan ve o düşman işgalinden kurtuluşun ardından Atatürk’ün önderliğiyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’mizin İkinci Cumhurbaşkanı’mız olan İsmet İNÖNÜ’nün “Hiçbir millet yoktur ki, içinde bizim kadar hain yetiştirsin!” (İ.İnönü) sözünün tarihsel doğruluğuna ne denmeli?!)
[Kaynarca-Kefken-Kandıra güzergahındaki o saldırgan düşmana ve o düşmanın yerli işbirlikçi çetelerine karşı mücadele veren millî milis güçleri arasında da bulunan ve hatta Kaynarca’nın (03 Mayıs 1921’deki) düşman işgalinden Kurtuluşunda da emeği geçen, (23 Ağustos’ta başlayıp 21 gün 21 gece sürüp 13 Eylül 1921’de biten) Sakarya Savaşı’nda bulunan ve hatta Mustafa Kemal’in o Sakarya Savaşı’na dair nutku toplantısında birliğinin önünde bulunduğundan bir ara Mustafa Kemal Paşa ile göz göze geldiğini ve o nutuk esnasında bütün birliklerin hep bir ağızdan vatanın kurtuluşuna dair savaşmaya söz vermesinin ardından sol gözünden bir damla göz yaşının yanağına doğru aktığını gördüğünü söyleyen İstiklâl Savaşı Gazisi (Karasu-Aziziyeli Davutoğlu) Hüseyin ACAR (annemin babası) dedem de Adapazarı’nın düşman İşgali günlerinde o zorbaların mezalimlerine maruz kalanlardandı.]
[Gazi Dedem, Ferizli civarındaki Sakarya kıyısına yakın Adapazarı sapağında rum ve yandaş çetelerince yakalandığında “İpsiz Recep nerde.?” gibisinden sorularla sorgulanmış, falakaya çekilmiş; (o yıllarda Kurudere’de ikamet etmişliği bulunan ve atıyla oradan geçmekte olan) rum Yorgi tarafından, “Ben bunu tanıyorum; Karasulu Davut ustanın oğlu bu, zararsızdır, bırakın onu.!” denildiğinden falaka faslı sona erdirilmiş, elleri ayakları çözülerek serbest bırakılmıştı.! (1921)] (Dedemin babası at nalı çakarmış, at arabası yaparmış..)
“Millî mücadelelere şahsi hırs değil millî onur sebep olmuştur.” diyerek Millî Mücadele’ye başlayan, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk miller denir.” (Gz. M.K.A.) diye bir tanımlama yapan ve bu nedenle Türklük şuurunun ulviyetini “Benim en büyük vasfım Türk oluşumudur..” “Ne mutlu Türk’üm diyene!” (Gz. M.K.A.) sözüyle pekiştiren ve hatta “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” (Gz. M.K.A.) diyen Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ulusal bağımsızlık mücadelesine yönelik oluşturulan Kuvay-yı Millîye çabalarından güç kuvvet bulan Adapazarı halkı, hem dış düşmanla hem de iç düşmanla mücadele ederek 21 Haziran (1921) günü kurtuluşa kavuştu..
Bu güzel günümüz “21 Haziran, Adapazarı’nın Düşman İşgalinden Kurtuluşu Günü”müzle gurur duyalım, fakat millî tedbiri de asla elden bırakmayalım.! Çünkü Tito’nun Yugoslavya’sını parçalayan, parçalara ayıran, ama, Kıbrıs’ta müstakil bir Cumhuriyet kuran Kıbrıslı Türk’lerin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni sinsice feshettirip Ada’nın tamamını Rum kesimine vermek için birleştirme gayretinde bulunan sevr bop tuzakçısı o vahşi Batı, bu güzel vatanımıza yönelik yine o şer Sevr hülyasıyla yeni yeni saldırı entrika kumpasları kurguluyor ve hatta dahili ve harici sinsi şer işbirlikçileriyle bu güzel yurdumuzu ayrıştırmak, bölüp bölüştürüp yönettirerek sömürmek arayışları peşinde koşuşuyorlar.!
Şahsi ve siyasi çıkarlar peşinde koşuşan kimi gafillerin işbirliği yaptığı emperyalist istilacı o haçlı düşmanlar, koyun postuna bürünmüş çakal misali zaman zaman kılık değiştirip dost edasıyla (!), o şer haçlı dayatmalarıyla, AB masalıyla(!), İMF kıskacıyla, o şer Sevr uzantısı sinsi BOP tuzağıyla, DAD afyonuyla, misyonerlik ayağıyla, Nato tezgahıyla yine şer entrikalar peşindedirler.! Ki, bu haçlı zihniyetli emperyalist düşmanlar, önemli stratejik kurumlarımızın, sosyal ve ekonomik içerikli ulusal yatırımlarımızın, o ulusal kazanımlarımızın özüne girebilme senaryolarıyla bu aziz ulusumuzun kanla irfanla oluştura geldikleri sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik kalelerimizi de içten içe kuşatma gayreti içindedirler.! Bu nedenledir ki, 18 Mart’ın (Çanakkale Zaferi), 19 Mayıs’ın (Atatürk’ün Samsun’a çıkışı), 23 Nisan’ın (Millî Mücadele için TBMM’nin Kuruluşu- Meclis’e dayalı Parlamenter Sistem), 21 Haziran’ın (21 Haziran 1921- Adapazarı’nın Düşman İşgalinden Kurtuluşu), Sakarya’nın, Dumlupınar’ın simgesi 30 Ağustos’un, 9 Eylül’ün (9 Eylül 1922 – İzmir’in Kurtuluşu), Lozan Kazanımı’nın (24 Temmuz 1923), 6 Ekim’in (6 Ekim 1923 – İstanbul’un Düşman İşgalinden Kurtuluşu), 29 Ekim’in (Cumhuriyet’in ilanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’mizin kuruluşu ve ulusal bağımsızlığımızın tüm dünyaya duyuruluşu gibi oluşumların) tarihi içeriği çok iyi bilinmelidir.. O haçlı zihniyetli emperyalist düşmanın düşmanlığının sinsice devam ettiği ve hatta bu şer iştahlarına yönelik bu güzel ülkemizde Truva atları yapılandırmaya, Kahraman Ordumuzun zayıflatılması, ulusal dirliğimizin zafiyete uğratılması için kumpaslar kurgulamaya ve hatta millî birlikteliğimizin sarsılmasına yönelik dinsel ve siyasal sinsi şer entrikalar tezgahlamaya, 15 Temmuz gibi benzeri hain kalkışmaların teminine çabaladıkları asla unutulmamalıdır!!
Gençliğimiz kindarlıkla değil; Vatan, Atatürk ve Atatürkçülük bilinci ve sevgisiyle yetiştirilmelidir.. Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” (Gz. M.K.A.) ilkesi bütün dünyaya tanıtılmalı, o haçlı emperyalizmce içine itilmek istenilen o Orta Doğu bataklığından, o şer Orta Doğu yangınından ve hatta o şer Sevr içerikli şer Bop gibi tuzaklardan daima uzak durulmalıdır..
Değerli Yurttaşlarımız; 21 Haziran, şanlı bir gündür.. Bu güzel gün, yurdumuza ve ulusumuza kutlu olsun. Deprem mağduru Adapazarı’mızın o düşman işgalinden kurtuluşunun bu şanlı gününün yıldönümünü coşkuyla kutlamalıyız.. Fakat tedbiri de elden bırakmamalıyız.! Bu nedenledir ki, dünkü düşmanın ve işbirlikçilerinin sinsi şer içerikli şirin söylemlerine aldanmayalım.! Emperyalizmin Truva atlarına kanmayalım, ulusal kalkınmamıza ve millî bekamıza yönelik tezgahlanabilecek tüm engelleri tez yıkalım!
Türklüğün, Atatürkçülüğün karşıtlığını görev edindirilen hıristiyancı islamcıların, Sevr özlemcilerin, manda severlerin, dünün işgalcisi olan o haçlı emperyalizme hizmetkarlıkların önüne geçilmelidir ve hatta o gafillerin gafillikleri, o hainleri hainlikleri tez önlenilmelidir ki, geleceğimizin teminatı gençliğimiz de bunları iyi tanımalı ve bu düşman uzantılarının takkiyelerine aldanıp kanmamaları temin edilmeli, “Atatürk Yolu”nda dosdoğru gidilmesinin temini sağlanmalıdır.. Ulusallığımızın ve Ulusal Bağımsızlığımızın devamlığının teminatı için Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nda ve hatta o ünlü millî Andımız sözlerinin sonunda da bulunan “Ne mutlu Türküm diyene!” sözünden de daima onur ve gurur duyan Atatürkçü Gençlik yetiştirilmelidir..
Şanlı bir ecdadın nesilleri olarak özgürce yaşamayı sürdürmek millî bir görev bilinmeliyken dünkü o İşgal yıllarında o şer Sevr’i benimsemek, mandacılığa hizmeti hüner bilmek neyin nesiydi, hangi akla hizmetti.?! Ecdat yadigarı bu kutsal vatan toprağına onurluca sahip çıkalım; gelecekte dahi o ecnebi askerlerini yurdumuza asla kabul etmeyelim.! 15 Temmuz olayı da bir aymazlıktır, büyük bir gaflettir, dalalettir, şehit ve gazilerimize ve onların bu kutsal emaneti bu güzel Vatan’a büyük bir ihanettir.!
Aydınlık güzel yarınlar ancak millî birlik ve beraberlikle, sebat ve azimle sağlanır.. Bu nedenledir ki, Türklüğü ve Türkiye’yi yıpratmaya yönelik etnik ayrışım entrikalarına da karşı duralım.. O haçlı emperyalizme karşı bu al bayrağımızın hürlüğü, bu kutsal vatanımızın özgürlüğü için o ulvi Kurtuluş Savaşı yapılmadı mı? “Vatan bütündür, millet bütündür.” düsturumuz, bu millî birlikteliğimiz, dün olduğu gibi o şer sevr bop paylaşımı peşindeki o haçlı emperyalizmi çok rahatsız ettiğinden uzantılarıyla birlikte aleyhimizde kumpaslara yönelecekleri asla unutulmamalı, onların hilelerine karşı daima tedbirli olunmalı; halk dayanışmasına, millî birlikteliğe daima önem verilmelidir.! Ki, ne diyordu Türklük kavramı için Büyük Atatürk; “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” diyordu.. Bu tanımlamaya göre (Anayasa maddesi haline de dönüşen) “Türkiye devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” sözü ulvidir. Bizi birleştiren, kaynaştıran bu anlam doğrultusunda Türkiye’mizin birliğini, ulusal dirliğini daima sağlam tutmalıyız; harici ve dahili düşmanların sinsi şer oyunlarına daima azimle onurluca karşı durmalıyız..
“Çözüm” tuzağına düşmeyelim! Bütünsellikten çözülüme, dirliğimizden dönüşüme, ulusal bütünlüğümüzden bölüşüme gafletine yönelmemizi önerenlerin bizi uçuruma ittiklerini anlamak için illaki uçuruma mı düşmemiz gerekiyor, dünün o acılarını yeniden yaşamamız mı gerekiyor?! Çanakkale’yi, Sarıkamış’ı, Sakarya’yı, Dumlupınar’ı iyi anlayalım; o yokluklarda, o bin bir zorluklarda bu vatanın kurtuluşunun Millî Mücadele’sinin ruhunu unutmayalım.. Çanakkale’yi geçmesine engel olunan, Anadolu’dan, Adapazarı’ndan söküp İzmir’den denize dökülen o düşman, yine sınırımızı ihlal ediyorsa, adalarımıza babalarının çitliğiymiş gibi giriyorlarsa, ay yıldızlı al bayrağımıza saygısızlık yapılıyorsa ve dost sandığımız kimileri yine dış güçlere piyonluk ediyorsa, o düşman, dahili ve harici uzantılarıyla ecdat yadigarı bu güzel vatan toprağını “fabrika alıyor!” kisvesiyle almaya yöneliyorsa, bir taraftan ay yıldızlı al bayrağı sever görünüp diğer taraftan da bayrağımıza- bağımsızlığımıza-Türklüğümüze düşman olanlarla dirsek temasında bulunanlar palazlanıyorsa ve gelişiyorsa ve bunlar görülemiyorsa, yeter artık ey halkım uyanalım bu gaflet uykusundan.! Ders alalım tarihten; uyanalım, çalışalım ve coşalım millî günlerimizden.. Unutulmamalıdır ki, millî günlerimiz, millî bayramlarımız sadece ve sadece oyun, eğlence, şenlik günleri değildir; yarının aydınlık güzel günleri için ibret almaktır, bir ders çıkarmaktır dünden, acı ve gözyaşı olan o tarihi günlerden.. Ve çünkü, Millîliğimizin ebediliğinin gereğidir, ulusumuzun ve ulusallığımızın huzur ve refahının temini görevidir geçmişten de, günümüzden de dersler alıp yarınlarımızı iyi belirleyebilmek..
Çanakkale’de (1915) büyük bir hezimete uğrayan o haçlı emperyalizmin şer entrikalarıyla ve dost sanılarak müttefiki olunan Almanya’nın yenilgisi yüzünden gündeme gelen Mondros Mütarekesi’nin (30 Ekim 1918) dayattığı müstemlekelikten ve o işgalden kurtulmak için Amerikan mandacılığını, İngiliz yandaşlığını benimsemeyi(!) ehveni şer kabul etmeyi hüner sanan gafillerin, hainlerin değil, bu vatanın ulusal bağımsızlığı için “Ya istiklâl ya ölüm!” parolasıyla Millî Mücadele’yi onurlu bir kurtuluş yol kabul eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü çok iyi anlamak ve Milli Mücadele’mizin kahraman şehit ve gazilerini saygıyla anmak, Atalarımızın kutsal emanetlerine, hürriyetimize ve b güzel Cumhuriyetimize onurluca sahip çıkmak ulusal ve onursal bir görevdir..
(Birinci Dünya Savaşı’nda müttefiki olunan Almanya’nın yenik düşmesi bahanesiyle Cihan İmparatorluğu Osmanlı da yenik sayıldı; o Çanakkale’de o haçlı emperyalizme karşı yüz binlerce şehidin al kanlarıyla ve gazilerin kahramanlıklarıyla nice destanlar yazıldı ama ne var ki, büyük gafletler ve dalaletler yüzünden o şer Mütareke dayatmalarına ve işgale maruz kalındı.! İstilanın, işgalin ve şer Sevr paylaşımının kolaylığı için o Mütareke bahanesiyle İngilizlerce ve işbirlikçilerince birçok Ordu birliklerimiz dağıtıldı, silahları toplatıldı ve hatta nice yurtsever subayların ve aydınların bir çoğu tutuklanıp Bekir Ağa Zindanları’na atıldı, bir kısmı da Malta’ya sürgüne gönderildi.! Bu mezalim yetmiyormuş gibi bir de kalan ordunun azmini kırmak için ermeni soykırımı yalanı uyduruldu, dinsel fetvalarla halk uyutulmaya çalışıldı.!
İşte o Almanya, bugün kendi düşmanlarının oyununa geliyor, Birinci Dünya Savaşı’nda kendine müttefik olan Türklere ermeni entrikalarıyla ihanet peşinde koşuşuyorsa bundan hem kendisi, hem Türkiye’miz, hem de bütün insanlık zarar görür.! Çünkü o soykırım entrikası bir emperyalizm uydurmasıydı ve o ermeni soy kırımı yalanı bir emperyalizm oyunudur! “Aman dileyene kılıç kalkmaz!” misali Osmanlı hiçbir zaman soy kırım yapmamıştır ve hatta Orta Çağ karanlığındaki Avrupalıların o karanlıklardan kurtulmalarına, medeniyete tez ulaşmalarına katkı sağlamıştır..)
Unutulmamalıdır ki, haçlı emperyalizmin o işgal yıllarında olduğu gibi bu güzel yurdumuza, aziz ulusumuza, aydınımıza ve ordumuza yönelik sinsi şer entrikalarını sürdürebilme hevesleri ve istekleri sürüp gidecektir ve bunun için de içimizden ve dünyanın her yerinden kendilerine işbirlikçiler devşirmeleri de devam ede duracaktır.! Ve ne hazindir ki, o haçlı emperyalizm, kendi şer çıkarları için devşirdiklerini zaman zaman adamlarıyla da bizlerce benimsenmesi gayretlerini sürdürecekler, koyun postuna büründürdükleri çakalları, canavarları allayıp pullandırarak, iltifatlarla göklere yükselterek “koyun!”dur, “iyi!”dir diye benimsememize, aramıza katmaya, fitne fesat çıkarmaya gayret edeceklerdir.!
Çok iyi bilinmelidir ki, “Öndersiz bir toplum çabuk çökertilir!” anlayışındaki dünün işgalcisi, Türklüğün ezeli ve ebedi düşmanı o haçlı emperyalizm, dün olduğu gibi yarınlarda da Türklüğü, Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü kötülemeye, suçlamaya, suçlatmaya-yargılatmaya devam edeceklerinin ardındaki gerçek niyetin ulusal bağımsızlığımızı sarsmaya, öteden beridir elde etmeyi tasarladıkları vatan toprağımızın bölünmesine, millî birlikteliğimizin çözülmesine, ulusallığımızın çökertilmesine yönelikliği unutulmamalıdır.! Geçmişin yanlışlıları, ihanetleri asla unutulmamalıdır ve hatta başımızın üstüne kadar çıkaracaklarımıza da dikkat edilmelidir.! Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün, “Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli’yi (öz cevher, asalet) çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin.” (Gz. M.K.A.) öğüdü de asla unutulmamalı, muhtevası çok iyi anlaşılmalı ve dosdoğru uygulanmalıdır; o sinsi şer emperyalizmin Türklük, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti karşıtı piyonlarına asla adlanılmamalıdır.! Çünkü önümüzde bir Osmanlı geçeği vardır! Vaktiyle Osmanlı bürokrasisine üşüşen yerli birçok gayrimüslimlerin, kimi devşirmelerin, kimliklerinde din ibaresi yazılmadığından oluşan fırsatla gizlenip bürokrasiye sızan ecnebi evveliyatlıların, harici ve dahili düşmanlara çabuk aldanan liyakatsizlerin Osmanlı’nın yücelmesine değil, zayıflatılıp yıkılmasına gayret etikleri gerçeği de asla ve asla unutulmamalıdır.!
Dünün acıları nasıl unutulur! Tarihe iyi bakıldığında, nice Türk Devletleri ve Türk İmparatorlukları, düşmanlardan ziyade dost sandığımız, gaflet, menfaat ve ihanet içindeki içimizdeki kimi hainler yüzünden dağılıma, yıkıma uğramadı mı!? Dünkü düşman ve işbirlikçileri kaos meydana getirebilmek için Muaviye misali İslam kavramını da, dini değerleri de pervasızca kullanmaktadırlar.! Bu nedenlerledir ki, işgalden kurtuluşumuzun ve yeniden özgürlüğe kavuşuşumuzun öncüsü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’mizin kurucusu büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün o ünlü Gençliğe Hitabe”sinin ve o nice öğütleri de çok iyi irdelenmeli, ülkemize ihanetlerin bu yollarla da uygulanmaya koyulacağı asla unutulmamalıdır!
“Bir memleketin, bir memleket halkının düşmandan zarar görmesi acıdır. Fakat, kendi ırkından büyük tanıdığı insanlardan vefasızlık, felâket görmesi ondan daha acıdır. Bu, kalp ve vicdanlar için onulmaz yaradır.” diyen Büyük Atatürk, “Milletimizin başına gelen bütün felaketler, kendi talih ve geleceklerini başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır. Bu kadar acı tecrübeler geçiren milletin bundan sonra egemenliğini bir kişiye vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır.”(1923) demiştir.
Geçmişin benzeri acıların, felaketlerin bir daha tekerrür etmemesi için şöyle diyordu yüce Gazi Mustafa Kemal; “Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melânetten gelmiştir.” (Gz. M.K.Atatürk) Ki, halkın dini duygularını sömürmeye çalışanlar, “Müslümanları halife hülyasıyla hâlâ oyalamaya ve aldatmaya çabalayanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye’nin düşmanlarıdır.” Bu nedenledir ki, “Gericilere hoşgörü göstermek yüce bir terbiye göstergesi değil, bir milletin mutluluğuna, şerefine ve namusuna göz dikenlere hoş görüdür ki, hiçbir zaman, hiçbir kişi buna izin veremez! (Gz. M.K.A.) (Atatürk, Konya, 1923) Ki, “Laik hükümet kavramından dinsizlik manası çıkarmaya çalışan fesatçılara fırsat vermeyiniz. Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir. Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir, bütün yurttaşların ibadet ve din hürriyeti demektir.” (Mustafa Kemal,1930)
(31 Mart ayaklanması (13 Nisan 1909), Menemen olayı (23 Aralık 1930) ve hatta yakın tarihteki Cumhuriyet’e yönelik oluşan 15 Temmuz kalkışması, dinsel ve siyasal hülyalarla beyinleri yıkanılmışlarca meydana geldiği gerçeği unutulmamalıdır; dahili ve harici düşmanlar iyi tanınmalıdır.. Haçlı emperyalizmin ve şer işbirlikçilerinin o şer Sevr BOP paylaşımı entrikalarına asla imkan verilmemelidir.!)
Dünün işgalcileri yine aydınlık ufuklarımızı karartma peşindedirler.! Orta Doğu coğrafyasında yangınlar çıkartan emperyalizmin asıl hedefi bu güzel vatandır.. Çünkü onlar minarelerimizden ezanın dinmesini, kiliselerinde çanların çalınması için işgal ve paylaşım peşindedirler.. Yurdumuzun ve Ulusumuzun güzel yarınları için dünden dersler çıkarıp yarınlarımıza doğru yön vermeliyiz.. Koyun postuna bürünen çakalların, canavarların şirin söylemli şer entrikalarına karşı daima uyanık bulunulmalıdır. Aydınlık güzel yarınlar boş hayallerle, maslarla değil, bilinçli ve azimli dürüst çalışmalarla sağlanır.. Bunun içindir ki milli günlerimizle verilmek istenilen bilgileri, öğütleri doğru anlamalıyız.. İçlerinde kin bulunmayan hangi insan millî günlerimizden rahatsızlık duyar! Millî günler ibrettir, yol göstericidir, onurdur, gururdur; o haçlı emperyalist düşmana onurluca karşı duruştur..
Bu tarihi günler vesilesiyle de tarihi gerçekleri çok iyi bilelim ki o yabancı hayranı gafillerin aymazlıktan uyanacaklarını; o işbirlikçilerin şov yapmalarıyla ulusumuza ve ulusallığımıza millî katkılarda bulunacaklarını sanma gafletine düşmeyelim! Örneğin, Adapazarı’mızın, Sakarya’mızın medarı iftiharlarından olan Şeker Fabrikamızın suskunluğundan hangi onurlu insan mutluluk duyabilirdi? ‘Altın Yumurtlayan Tavuk’ konumundaki ulusal yatırımlarımızın elden çıkarılışı gayreti hangi akla hizmettir? Üretimin yabancılaştırılmasıyla yerlilik, millîlik olmaz, millî üretim ve millî kalkınma oluşamaz.! Daha dün topuyla tüfeğiyle, o üstün donanmasıyla bu güzel ülkemizi alamayanların öncelikli hedefleri olduğunu söyleye geldikleri ekonomik kalelerimizden sayılan ulusal yatırımlarımız için; arsa, arazi konumundaki Vatan toprağımız için “Çok para veren ele satarız.!” anlayışı etik değildir.. Çünkü büyük önderimiz Atatürk, bir veciz sözünde “Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlıkla olur.” (Gz. M.K.A.) diyordu.. Çünkü Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e göre “Tam bağımsızlık; Vatan toprağına, ulusal yatırımlara, tarıma, sanayiye, ulusal kültüre, ulusal eğitime ve millî benliğimize onurluca sahip çıkmakla olur.” Çünkü, Cihan İmparatorluğu Osmanlıyı çökerten en önemli etkenlerden biri de, hesapsızlıktı, müsriflikti, ekonomik ve üretim yanlışlıklarıydı.. Bunun içindir ki, Büyük Atatürk, geçmişin yanlışlıklarına, gaflete düşmeyelim diye bizlere nice öğütler veriyordu..
Atatürk Cumhuriyeti karşıtlarının, hilafet ve saltanat özlemcilerinin, manda severlerin, takkiyecilerin, emperyalizmin şakşakçısı sözde aydınların sinsiliklerine, şirin söylemli şer entrikalarına aldanmayalım.! Şehit ve gazilerimizin kutsal emaneti bu güzel ülkemizi; uğruna kan dökülen, can verilen bu vatan toprağımızı daima onurluca koruyabilmek ve onurluca dürüst çalışıp kalkınarak çağdaş uygarlığa ulaşabilmek için ulusal bağımsızlık sembolümüz büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ümüzün öğütlerini ve çalışmalarını çok iyi anlayıp Atatürk İlkeleri’nin ve Atatürk Devrimleri’nin temeli olan Atatürkçülük kavramını ulusal bilinçle daima dosdoğru uygulayalım, onurluca azimle daima dosdoğru savunalım..
Dünün işgalcisi o haçlı emperyalizm, dün olduğu gibi günümüzde ve yarınlarda o sinsi entrikalarıyla bu güzel Anadolu’muzun ufuklarını yine karartma, yeni yeni şer mütareke dayatmaları(!) peşinde koşuşacaklardır.! Koyun postuna bürünmüş dünkü düşmanın, o haçlı emperyalizmin şirin iltifatlı, dost görünümlü sinsi şer söylemlerine ve o haçlı emperyalizmin yerli işbirlikçilerinin hilelerine, takkiyelerine asla aldanmayalım.! Bu güzel Anadolu ufuklarımızın karartılmasına asla izin vermeyelim! Lawrence misali Dinsel söylemlerle Türklüğü küçültmeye, Atatürk sevgisini azaltmaya çalışsalar da Atatürk Yolu’ndan asla ayrılmayalım.. Millî Eğitimimizi, Atatürk bilincimizi geliştirelim; Millî üretimimizi ve millî ekonomimizi daima yüceltelim. Büyük Atatürk’ün “Yurtta Sulh, cihanda Sulh.” sözüyle dillendirdiği dünya barışına daima yapıcı katkı sağlamalıyız ve hatta dürüstçe öncüsü olmalıyız; o haçlı emperyalizmin vahşi savaş hilelerine daima dürüstçe ve azimle karşı çıkmalıyız..
21 Haziran, Adapazarı’nın Düşmandan Kurtuluşu Günü’müz tekrar Kutlu Olsun! diyorum.. Bu güzel Millî Günümüzün, ulusallığımızın ve ulusal bağımsızlığımızın önemini belirten Millî Bayramlarımızın ulviyetiyle ufkumuzu, yarınlarımızı yılmadan yorulmadan daima aydınlatalım; “Andımız”ın ve “Gençliğe Hitabe”mizin ehemmiyetini iyi anlayalım, dosdoğru anlatalım.. Şanlı Türk Ecdadımızın şanlı mazisine saygı duyarak ulusallığımızın ve ulusal tam bağımsızlığımızın Büyük Önderi ve Ebedi Başkomutanımız, Ebedi İlk Cumhurbaşkanımız, millî Başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün ve Yüce Atatürk’ümüzün önderliğiyle coşup şahlanarak kanı canını feda eden şanlı Şehitlerimizin ve kahraman gazilerimizin kutsal emaneti bu güzel vatanımıza, Ay yıldızlı al bayrağımıza, Türkiye Cumhuriyeti’mize ve Cumhuriyetimizin Parlamenter sistemine, Türkiye Büyük Millet Meclisi’mize, Cumhuriyetimizin kazanımlarına daima onurluca sahip çıkmalıyız; ulusallığımızı ve ulusal tam bağımsızlığımızı daima büyük bir azimle onurluca savunmalıyız. İyi bilinmelidir ki, millî azim ve millî birliktelik gayretleriyle bu güzel yurdumuzun ve aziz ulusumuzun huzur ve refahını arttırmak, ulusallığımızın ve ulusal tam bağımsızlığımızın ebediliğini sağlamak hepimizin millî görevidir.”
Kemal KOÇÖZ (E. Eğitimci)
ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği)
Karasu Şubesi Kurucu eski Başkanı