Bilimsel araştırma ışığında yasa ve ‘Basın Özgürlüğü’

Paylaş:

24 Temmuz… Bugün, basında sansürün kaldırıldığı gün. Basın camiasının bayramı. Her yıl 24 Temmuz tarihinde Türk basınında sansürün kaldırılmasının yıl dönümü olarak kutlanan önemli gün…

Osmanlı İmparatorluğu döneminde çıkan tüm gazeteler ancak sansür memurlarının kontrol ve denetiminden geçtikten sonra yayımlanabiliyordu…

10 Mayıs 1876’da uygulanan ilk sansür, 24 Temmuz 1908 tarihinde İkinci Meşrutiyet’in yürürlüğe girmesi ile son bulmuş, 32 yıl süren bu uygulama sonunda, gazetelerin yayım öncesi denetimi kaldırılmıştı… Ve bu olay günümüzde “sansürün kaldırılması” olarak adlandırıldı.

İşte, Türk Basınına özgürlüğünü elde etme sürecinde büyük sıkıntılar yaşatan bu önemli olayın tarihçesi:

1831 yılında ilk Türkçe gazete Takvim-i Vekayi basıldı. Ancak Takvim-i Vekayi yalnızca devletin çalışmalarını halk ile paylaşma amacı taşıyan bir gazeteydi. Yani yayımlanan bu gazetede resmi duyurular ve yeni yasalardan başka bir şey yer almıyordu.

İlk Türkçe özel gazete ise 1860 yılı sonlarına doğru yayımlanmaya başlanan Tercüman-ı Ahval gazetesi oldu. Ziya Paşa’nın eleştirel bir yazısı nedeniyle, Tercüman-ı  Ahval’in Mayıs 1861’de iki hafta süreyle kapatılması, Türk basınında açık sansürün ilk örneği oldu.

1876 yılı 10 Mayıs’ında ise Türk basınında sansür ilk defa “yasa” ile uygulandı. Yeni görüşlere yer veren ve zaman zaman hükümete karşı muhalif bir duruş sergileyen özel gazeteler yönetimin hoşuna gitmedi. Bu nedenle sansür hakkındaki “Âli Kararname” çıkarıldı. Böylelikle ilk defa bütün gazetelere sansür uygulaması başlatıldı ve Matbuat Dairesi ve Valilikler tarafından denetlenmeden ülkedeki çıkan gazetelerin yayımlanamayacağı yasağı getirildi.

Bu yasaklama bazı gazeteler tarafından tepki ile karşılandı. Sansür kararnamesi yayımlanıp altına “Matbaamızın makinesi kırıldığından birkaç gün gazetemizin neşrine muktedir olamayacağımızı müşterilerimize ilan ederiz” diye not düşülerek, sansür protesto edilirken; bazı gazetelere tarafından ise, yalnızca sansürün yasakladığı yazıların yerleri boş bırakılarak yayım yapıldı. Tabi bu haliyle çıkan gazeteler kamuoyunda, hangi türden yazılara sansür uygulandığı konusunda fikir oluşmasını sağladı.

25 Temmuz 1908 sabahı ise gazeteler artık daha farklıydı. 32 yılın sonunda gazeteler ilk defa sansür memurlarının denetimi olmaksızın, gazetecilerin özgün yazıları ile basılmışlardı. Tam anlamıyla hür olmasalar da yasağın kalkması ile daha özgür yayım yapan gazetelere halkın ilgisi büyük oldu. Gazete satış sayıları 2 katına çıktı. Bu, özgür basına duyulan özleminde bir göstergesiydi. 24 Temmuz bir anlamda gerçek gazeteciliğin patlama yaptığı gün olarak tarihe geçti.

1946 yılında kurulan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye’de bir basın günü oluşturmayı planladı. Falih Rıfkı Atay’ın 24 Temmuz’un ‘’basın bayramı’’ olması fikri kabul gördü. Böylelikle, Cumhuriyet Dönemi’nde 24 Temmuz tarihi “Türk Basınından Sansürün Kaldırılması ve Basın Bayramı” olarak ilan edildi.

***

Topluma haber ve bilgi akışı sağlamak gibi çok yönlü bir görevi olan basının bu görevini layıkıyla yapabilmesi için “özgürlük” en başta gelir. Basın özgürlüğü yoksa o toplumda demokrasi kültüründen söz edilemez. Nitekim, özgür basının önemi bugünden 115 yıl önce anlaşılmış ve 2. Meşrutiyet’le birlikte Türk basınından sansür kaldırılmıştır.

Ancak bugün Türkiye’de basın tam manâsıyla özgür müdür? Tartışılır. Günümüzde gazeteciler, 1908 öncesini hatırlatan uygulamalar ve davranışlarla karşı karşıya kalmıyor değil. Aynı sorun bugün de yaşanıyor. İşinden ve özgürlüğünden olma korkusu ile yazmak istediğini yazamayan, siyasî, ekonomik ve kanun baskısının verdiği kaygılarla bir bakıma ‘kendi kendini sansürleyen’ bir basın oluşmuş durumda. Yenilenen Basın Kanunu’nun getirdiği bazı düzenlemeler nedeniyle gazeteciler sansürlü yıllara dönüş endişesi taşıyor.

Kamuoyunda ‘’Dezenformasyon Yasası’’ olarak bilinen yeni düzenleme ile getirilen yapısal yükümlülük ve hukukî yaptırımlara karşı tartışmalar halen sürüyor. Hükümetin, ‘dezenformasyonla mücadele’ için atılan bir adım, muhalefetin ise ‘basına sansür’ olarak nitelediği yasanın, ‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ fiilini ‘suç’ olarak düzenleyen 29. Maddesi en çok tartışılan madde olarak gündemde yer alıyor.

Yeni düzenleme, 18 Ekim 2022 tarihinde yürürlüğe giren “7418 sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile Türk Ceza Kanunu’na eklenen bir maddeyi ifade ediyor. Ancak yapılan değişiklik yalnızca bu madde ile sınırlı değilken, tartışmaların odağı, yalan haberi suç sayan madde ise şudur:

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Madde 217/A:

“Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma

MADDE 217/A-

(1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

(2) Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde

işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”

Düzenleme öncesi yasal bir altyapısı bulunmayan internet mecrasının, yasanın yürürlüğe girmesi ile internet haberciliği yapanların, belirlenmiş yükümlülükleri yerine getirmeleri halinde ‘gazeteci’ olarak tanımlanması sağlanmıştır. Yalan/yanlış bilgilerin sosyal medya aracılığıyla dolaşımının engellenmesi, medya etik değerlerini gözetmeden habercilik yapanların gazetecilik mesleğine ve kamuoyuna zarar vermelerinin önüne geçilecek olması, bu düzenlemenin olumlu yönleri olarak gösterilmektedir. Ancak buradaki hassas nokta;  Türkiye’nin hukuk mevzuatında yalan haber ve dezenformasyonla mücadele eden yasaların zaten yer aldığı, TCK ve Basın Yasası’nda ayrı ayrı suç tanımları olmasına karşın Dezenformasyon Yasası’nın en kritik maddesi olan 29. maddenin ise kötüye kullanılmaya müsait çok daha muğlak ifadelerle, hem gazeteciler hem de yurttaşlar için ‘hapis’ cezası öngörmesidir.

Yasa hükmü gereği medyadaki tüm içeriklerle ilgili ‘hatalı bilgi’ olduğu iddiasıyla içerik sahibi hakkında 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası istenebilecek olması, basın ve ifade özgürlüğüne etkileri açısından kaygı vermektedir. Burada geçen ‘gerçeğe aykırı bilgi’ ifadesi, ‘neye ve kime göre gerçek?’ sorusunu gündeme getirmiş, bu maddenin etkisiyle kamuoyunu ilgilendiren konularda değerlendirme yapamaz, gerçekleri görüp açıklayamaz hale gelen susturulmuş basın ve sindirilmiş bir toplum oluşturulmak istendiğine dikkat çekilmiştir.

YENİ YASA, BİLİMSEL ARAŞTIRMA KONUSU OLDU

Dezenformasyon Yasası, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde daha teklif aşamasındayken başlayan ve yürürlüğe girmesinin ardında da devam eden tepki ve tartışmaları ile bilimsel bir araştırmaya konu oldu… Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalında yaptığım yüksek lisans dönem projesinde bu konuyu araştırmanın başlığı olarak seçtim. “Dezenformasyonla Mücadele Yasası’nın İnternet Gazeteciliğine Etkileri ve Tartışmalar’’ konusunu ele alan araştırmada, verilerin analizleri sonucu elde edilen bulgular, yasanın internet medyası üzerinde yapısal ve hukuksal olmak üzere iki önemli etkisi olduğunu ortaya koymuştur.

Düzenlemenin yapısal (ekonomik) yaptırımları açısından internet haberciliği yapan gazetecilere etkisi, belirlenen; asgari kadro, ziyaretçi trafik ve içerik şartlarının ağır oluşu nedeniyle, getirilen bu zorunlulukların nitelik yerine niceliği öne çıkardığı ve bu mesleği ancak sermaye sahiplerinin yapmasına yol açacağı şeklinde düşüncelere neden oluşuydu. Hukuksal etkisini ise yasanın söz konusu 29. maddesine yönelik tepki ve endişeler oluşturuyordu.

Bu maddenin internet gazetecileri üzerindeki ceza baskısına ülke genelinde devam eden tepkilerin Sakarya özelinde incelendiği bu araştırmada, verilerin analizi sonucu elde edilen en belirgin bulgu; gazetecilerin, “Dezenformasyon Yasası”nın “basın ve ifade özgürlüğü”nü kısıtlayarak “otosansür” oluşturmasından duyduğu endişeydi. Gazeteciler, yargılanma korkusunun insanların kendini ifade etme ve medya organlarının haber yapma özgürlüğüne engel oluşturduğunu ileri sürmeleriydi.

Araştırmanın yönteminde; meslek örgütleri, internet haber sitesi sahipleri, yöneticileri ve çalışanları, iletişim alanındaki resmî kurum kuruluşların temsilcileri ve iletişim alanında eğitim veren akademisyenlerin görüş ve değerlendirmelerine yer verildiği bir anket çalışmasına da yer verdim. Yüz yüze, mail ve telefon yolu ile yapılan görüşmelerde, yasanın etkileri ile ilgili en çok tartışılanları içeren 8 konuya, “katılıyorum’’, “katılmıyorum’’, “kısmen katılıyorum’’ şeklindeki seçenekler ile yanıt vererek düşüncelerini açıklamalarını istediğim anket  çalışması sonucunda farklı görüşler ortaya çıktı.

Anketin ilk maddesinde yer alan “İnternet Yasası basın özgürlüğünü kısıtlamıştır” ifadesine gazeteciler gurubundan oluşan katılımcıların verdiği; % 50 oranında “katılıyorum”, % 33,5 oranında “katılmıyorum”, % 16,5 oranında “kısmen katılıyorum” şeklindeki yanıtlar, çoğu gazetecinin basın ve ifade özgürlüğü konusunda kaygı duyduğunu ortaya koydu.

Sakarya Gazeteciler Cemiyeti Başkanı, Söz Sakarya gazetesi ve internet sitesi Genel Yayın Müdürü Sezai Matur ile yapılan görüşmede Matur, bu maddeye “Katılıyorum. Yasanın en çok eleştirdiğimiz maddesi 29’uncu maddesi. Basın ve ifade özgürlüğüne büyük bir darbe vurduğunu düşündüğümüz bu maddenin Anayasa’ya aykırı olduğu çok açık. Anayasa Mahkemesinin maddenin iptali yönünde karar vermesini bekliyoruz’’ şeklinde yanıtlıyordu.

Sakarya Gazeteciler Birliği Başkanı Müjdat Çetin ise farklı bir yaklaşımla, “Katılmıyorum. Bu düzenleme gelmeden önce internet haberciliği yasal değildi. Bu yasa ile yasal zemine oturmuş ve internet haber siteleri çalışanları gazeteci kimliğine kavuşmuştur. Eksikler var ancak yasa yeni çıktığı için bunlar ortaya konulup giderilebilir. Basın özgürlüğünü neye göre baktığınıza tabi… Ben her şeyi yazarım demekle bu iş olmaz. Gazetelere uygulanan basın yasası ne ise internete uygulanan budur. İnternette bugüne kadar istediğini yazanlar artık yasalara tabi olduğu için hukuk devleti olan ülkemizde buna uymak zorundadır’’ şeklinde yanıt vermişti.

Radyo Televizyon ve İnternet Yayıncıları Derneği Başkanı Hüseyin Remzi Adıyaman da, yasanın basın özgürlüğünü kısıtladığına inanmadığını belirterek görüşünü, “Katılmıyorum. Yeni yasanın basın özgürlüğünü kısıtlamak yerine, dezenformasyonu engellemeye yönelik olduğunu düşünüyorum’’ şeklinde ifade etti.

Kaynarca Haber internet sitesi İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Müdürü Sedat Balta bu konuda farklı bir görüş ortaya koyarak anketin “İnternet Yasası, basın özgürlüğünü kısıtlamıştır’’ ifadesine, “Katılıyorum. Şu maddenin eklenmesinden söz etmek bile yeterlidir: ‘MADDE 217/A- (1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.’ Halkımız neden endişe, korku veya panik duymaktadır. Bunu bilebilmek mümkün değildir. Gazeteci görünen gerçeğe göre haber yapar, gerçek ise bambaşka olabilir. Bu yasa bizleri haddinden fazla otosansüre yöneltecektir’’ diye yanıt verdi.

Bir başka gazeteci katılımcı, Adapazarı Akşam Haberleri Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Erhan Tandoğan, bu maddeyle ilgili “Kısmen katılıyorum. İlgili maddeye göre; farklı siyasi düşüncedeki kişilere, herhangi bir alanda rakip olarak gördüklerine, farklı dinlere veya milletlere yönelik küfür, iftira veya hakaret etmek, karalamak ya da itibarsızlaştırmak, nefret ve ayrımcılığa zemin oluşturmayı ortadan kaldırmayı hedefliyor. Bunu yaparken de özgürlük sınırı nasıl belirlenecek? Bir ülkeyi, kurumu yada bir bölgeyi yöneten kişileri işlerinden ya da icraatlarından ötürü eleştirirken sınır nasıl belirlenecek? Ülkemizde, bu yasa çıktıktan sonra ilgili maddeye dayanarak birçok gazeteci gözaltına alınmış, soruşturmalar geçirmiş ya da hapse atılmıştır. Dezenformasyonla mücadele edeyim derken, kişilere yapılan eleştiri adeta basını suç unsuru haline getirmiştir. Sadece basın da değil, sıradan bir vatandaş eleştiri sınırlarını koruması halinde bile ilgili yasadan ötürü ceza almak zorunda kalmıştır’’ ifadeleri ile görüşünü açıkladı.

TEŞEKKÜR VE SİTEM!

Farklı görüş belirten birkaç örneğini verdiğim anket çalışmasına bir çok gazeteci katılarak yasa ile ilgili düşüncelerini ve beklentilerini açıkladı. Katılımcıların hepsine, görüş ve düşünceleri ile bu araştırmaya verdikleri değerli katkıları için ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Ancak ankete katılmaları için seçtiğim diğer kuruluş ve kişilere ulaşamadığım(!) ve yanıtlamaları istemiyle ilettiğim sorularla ilgili geri dönüş alamadığım (belki de ‘Yalova Kaymakamı’ muamelesi gördüğüm) için hedeflenen görüşmeci sayısı sınırlı kaldı! Bu bile yasanın etkisini anlamada yeterlidir… Kendi mesleğini doğrudan ilgilendiren yasal düzenlemelere karşı olumlu ya da olumsuz görüşünü, bilimsel bir çalışmaya bile açıklamaktan kaçınan bu anlayışı da anlamak mümkün değil!

Görüldüğü gibi yeni düzenlemenin getirdiği hukukî ve yapısal yükümlülüklerin olumlu-olumsuz etkileri üzerindeki tartışmalar ülke genelinde olduğu gibi Sakarya’da da sürmektedir.

Yeni yasanın internet gazeteciliğine etkilerinin neler olduğunu ve düzenlemelerin internet medyasının beklentilerini ne yönde karşılayıp karşılamadığını belirlemek amacıyla yapılan bu araştırmada elde edilen bulguların, soruna dikkat çekmek açısından faydalı olacağına inanıyorum. Yasanın yürürlüğe yeni girdiği bir süreçte yapılan çalışma, bu yönde henüz kapsamlı bir araştırmanın olmayışı nedeniyle, aynı ve benzer konuda yapılacak çalışmalara katkı vermesi açısından da kaynak teşkil edecektir.

İlgilenenler için, uzun soluklu ve emek harcanan bu araştırmanın tamamını haftaya burada yayınlayacağım.

24 TEMMUZ ANLAMINI KAYBETMEMELİ

Basın hürdür. Basının kısıtlanması halkın haber alma özgürlüğünü önüne geçilmesi demektir.  Gazeteciliğin, kendini sadece halka karşı sorumlu hissederek toplumun öğrenme ve denetleme ihtiyacına cevap veren bir ‘kamu hizmeti’ yönü de vardır. Bu hizmet gazetecilerin, iktidarın; yasama, yürütme ve yargıdan oluşan üçlü yapısını ‘dördüncü kuvvet’ olarak kamu adına denetlemesi anlamını taşır. Ancak, etkin bir denetim organı olma konumuyla da demokrasinin temel unsurlarından biri olan basının da, bu özgürlüğü istismar etmemesi çok önemlidir.

Kanun baskısı olmaksızın daima gerçekler ışığında, hükümetleri ve kamu görevlilerini denetleyerek yolsuzluk,  rüşvet, kötü yönetim gibi sorunların ortaya çıkarılması ancak basın özgürlüğü sayesinde olabilir. Gazetecilik, devleti yönetenlerin oluşturduğu ulusal ve uluslararası politikalara karşı halkın haber alma hakkını üstün tutarak, onun adına güç, nüfuz ve kamu kaynağı kullanan yöneticilerin toplumdan sakladıklarını ortaya çıkarıp toplumu uyarmaktır. Basın özgürlüğünün olmadığı bir ortamda, toplum bilgi eksikliğine, manipülasyon ve dezenformasyona maruz bırakılmış olur.


Hayattaki tüm değişim ve gelişmeleri izleyip derleyen, her gün nasıl bir dünyaya, ülkeye ve kente uyandığımızı gösterme çabasında olan gazetecilik, tüm bu yönleri ile topluma ‘5N1K’dan daha fazlasını sunmaktadır. Bu nedenle, toplumca beklenen ileri demokrasinin yerleşmesi için, sansüre karşı mücadele yalnızca gazetecilerin değil, herkesin sorumluluğunda olmalıdır. Yoksa kamuoyu nasıl oluşturulabilir? İşte bu yüzden “24 Temmuz” önemini kaybetmemeli.

Basın mensupları olarak bizler daima halkın gözü, kulağı, sesi olma ve kamuoyunun haber alma hakkına katkıda bulunma görevimizi; ilkeli, tarafsız, sorumlu gazetecilik anlayışı içinde getirme gayretindeyiz.

Medya ve medya çalışanlarına yönelik yasal düzenlemeler ise, toplumun bilgi edinme hakkı ve demokrasi ile doğrudan ilişkilidir. Ekonomik kaygılar ve kanun baskısından arındırılmış özgür bir medya için yapılan ve yapılacak her çalışma çok değerlidir.

Gazetecilerin maddî ve manevî baskı altında olmadığı, farklı düşüncelere de yer verilen bir Türkiye özlemi içinde “24 Temmuz”u anarken, bu günü sözde değil, gerçek bir bayram coşkusu içinde yaşama dileğiyle, tüm meslektaşlarımızın ‘Basın Bayramı’nı kutluyorum.

Levent BAYRİ