‘Bir ölür bin diriliriz’

Paylaş:

Kuvayi Millîye Milli Mücahitler Derneği Sakarya Şubesi, İdlib’te Türk ordusuna yapılan hain saldırıyı protesto yürüyüşü düzenlendi. Yenicamii meydanından Atatürk Bulvarı’na yürüyen mücahitler AKM önünde bir basın açıklaması yaptı. Mücahitler, “Bir ölür, bin diriliriz” mesajı verdi.

Sakarya Kuvayi Millîye Millî Mücahitler Derneği yönetimi, İdlib’te yaşanan hain saldırı sonrası olağanüstü toplandı. Yönetim adına açıklama yapan Dernek Başkanı Coşkun; “İdlib’de alçak Rusya’nın desteklediği katil Esad’ın, gözetleme kulelerimizdeki Mehmetçiğimize yaptığı saldırı sırasında şehit olan askerimizi rahmetle anıyoruz. Yaralılarımıza acil şifa diliyoruz” dedi.

Türk ordusuna yapılan hain saldırıyı protesto için dün yürüyüşü düzenlenyen Kuvayi Millîye Millî Mücahitler Derneği Sakarya Şubesi yönetimi, Yenicamii meydanından Atatürk Bulvarı’na yürüdü ve AKM önünde bir basın açıklaması yaparak hain saldırıyı kınadı.

DEVLETİMİZİN YANINDAYIZ

Kuvayi Millîye Millî Mücahitler Derneği Sakarya Şube Başkanı Dr. Muzaffer Coşkun, dernek yönetimi adına bir basın açıklaması okudu.

Başkan Coşkun açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

“Şanlı ordumuza İdlib’te yapılan alçak saldırıda şehit düşen canlarımız ve 34 şehidimizin kederli ailelerine Allah’tan sabır diliyoruz. Ülkemimizin başı sağolsun. Yaralılarımıza acil şifalar dileriz. Çok şükür şehitlerimizin kanları yerde kalmadı. Sakarya Kuvayiciler olarak devletimizin yanında ve reisimizin vereceği kararlarda kanımızın son damlasına kadar arkasındayız. Zaman birlik ve beraberlik zamanıdır.

BEKA MESELESİ

Bazı basın organları yalan söylemektedirler. Onlar haşhaşi, omurgasız vatan hainleridir. ‘Suriye’de ne işimiz var’ diyenleri, memleketimizin beka meselesini anlamaya davet ediyoruz.

‘Şehitler Tepesi’nde olmayacağız’ diyenlere sesleniyoruz; Vatanın bekası için Çanakkale’de 250 bin şehit verdiysek, yine beka söz konusu olduğu zaman bizler evlatlarımızı kınalayarak vatanı onlara emanet ederiz. Allah Mehmetçiğimizin ayağına taş değdirmesin.

ASILSIZ AÇIKLAMALAR

Katil Esad’ı destekleyenler akıllarını başlarına almalılar. Bizler memleketin çakıl taşını dahi vermeyiz.

Bizler şehitlerimizin üzerinden siyaset yapmak isteyenleri ve asılsız basın açıklamalarını nefretle kınıyoruz. Gezi olaylarını çıkartan hainleri, şimdi de ‘Suriye’de ne işimiz var, askerimiz geri çekilsin’ diyen akademisyenleri de nefretle kınıyoruz.”

Kuvayi Millîye ruhu

Sakarya Kuvayi Millîye ve Mücahitler Derneği yönetimi, İdlib’de yaşanan hain saldırı sonrası olağanüstü toplandı. Dernek Başkanı Dr. Muzaffer Coşkun; “İdlib’de alçak Rusya’nın desteklediği katil Esad’ın, gözetleme kulelerimizdeki Mehmetçiğimize yaptığı saldırı sırasında şehit olan 33 askerimizi rahmetle anıyoruz. Yaralarımıza acil şifa diliyoruz” derken, Kuvayiciler olarak göreve hazır ve talib olduklarını vurguladı… Başkan Coşkun, “Türkiye sınırlarımıza gözleri olan hainlerin gözünü oyarız. Bayrağımızı indirmeyiz, ezanlarımızı susturmayız” diye mesaj verdi…

Muzaffer Coşkun, dün dernek yönetimi ile birlikte, Suriye’de Türk askerlerine yapılan hain saldırıyı protesto etmek için yürüyüş düzenledi… Ardından yaptığı basın açıklamasında, “Çanakkale’de 250 bin şehit verdik, gerekirse yine vermeye hazırız” diye haykırdı… Muzaffer Coşkun’un, 90’a yaklaşan yaşına rağmen Kuvayi Millîye ruhunu yaşatan bu gözü pek tavrı, askerden kaçan gençliğe inat büyük bir cesaret örneğiydi…

‘Şehidiniz var’ diyebilir misin?..

Bir komutan yazmış. Siz oğlu şehit olan aileye acı haberi vermeye gittiniz mi hiç?

Hayır mı? Okuyun o halde;

“Sabah daha mesaiye başlamadan yazılı bi emir düşer önünüze. Yukarı köyden Ahmet oğlu Mehmet şehit düşmüştür. Yarabbim dersin, dağa çıksam üç gün aç susuz kalsam da şu haberi vermesem… Ama giyersin tören üniformanı, birkaç Mehmetçikle birlikte, hastaneden gelen ambulansı alırsın arkaya, düşersin yola.

Vatandaş da öğrenmiştir artık, önde bir askeri araç, arkada bir ambulans ile geliyorsa bir eve ateşin düştüğünü…

Yaklaştığın her kasaba veya köyün buz kesildiğini hissedersin. İçinden geçip gittiğin her yer rahatlar…

Neyse varırsın köye. Askerde evladı olan her haneden inceden bir sızının yükseldiğini, “aman bizim eve doğru gelmesin” diye dua edildiğini duyar gibi olursun… Bütün köy donmuştur adeta… Herkes büyülenmiş gibi izler seni. Hangi eve gidilecek diye ıstıraplı bir merak sarar ortalığı… Şehidin evine doğru yaklaşmaya başladığında, bahçedeki ihtiyarın büyülenmiş gibi sana baktığını, bacaklarının titrediğini, elindeki bastondan güç alarak zar zor ayakta durmaya çalıştığını görürsün. Ayakların geri geri gider.

Pencerelerde bir hareket başlar ve kapının önüne telaşla bir anne çıkar, bir sana, bir arkanda yere bakan Mehmetçiklere, bir de ambulansa bakar. Sonra atar kendini yere. Oğlu daha toprak altına girmeden, o ana düşer toprağa… Öyle bir vurur ki yere, zelzele oluyor sanırsın.. Konu komşu yığılır, bin feryat bin figana karışır, dersin ki kıyamet budur…

Kimi ana önce sana doğru koşar, ellerine sarılır, son bir umutla yüzüne bakar, “Yaralı değil mi komutan?” der;

Başını öne eğer, hiçbir şey diyemezsin. Dizlerinin bağı çözülür, çökersin anayla birlikte yere, o ağlar sen ağlarsın…

Hemşire elinin titremesinden, gözünün yaşını silmekten, sakinleştirici iğneyi yapamaz bile…

Baba… Fidan gibi evlatlarını vatana feda eden o babalar… Sicim gibi gözyaşları dökülürken gözünden, acıya garkolmuş bir gururla, “Vatan sağ olsun, vatan sağ olsun. Şehit babasıyım ben” dediğini duyarsın.

Kimi içine akıtır gözyaşlarını, kimi de donar kalır… Kimi günlerce konuşamaz. Kimi dua eder, kimi beddua… Kimi kendi saçlarını, kimi saçlarımızı yolar, ne şapka kalır başınızda ne rütbe omuzlarınızda, söker atar…

Asıl büyük kıyamet bir iki gün sonra kopar. Gerçekle yüzleşme günüdür… Bu sefer cenazeyle birlikte varırsın köye tören mören hak getire…

Köylü alır şehidini omuzlarına. Yer yerinden oynar, ne protokol kalır ne düzen…

Kimi ‘Evladımı en son haliyle hatırlamak istiyorum’ der. Görmek istemez naaşını… Kimi de ille de ‘Göreceğim’ der. Gösteremezsin ki; Ya yüzü yoktur ya bacağı… Yanımızdaki bi üsteğmen ya da yüzbaşı, elinde daha önce de okuduğu, sadece isim hanesi değiştirilmiş standart metni okur, ‘Kanı yerde kalmayacak’ diyerek, bitirir konuşmayı…

Tabuta sarılı analar, babalar, bacılar, gardaşlar duymaz bile bunu, duysa da inanmaz… Sonuç olarak; Orada bir mezar, bir bayrak, bir ana, bir de baba kalır…”

Ateş düştüğü yeri yakar!

Hangi rezidansa, hangi lüks siteye içinde ‘şehit evi var’ diyerek bir bayrak asılmış, gören var mı?

Bu sessiz, kerpiç, taş evler soruyor; “Ölüm hep bana mı düşer usta?”

Bunlar yaşanırken, sosyal medyada halimizi anlatan bir yazı paylaşmış Tolga Akpınar adlı vatandaş. İşte o yazı:

“Biz yine yarın ne giysem diye dünden kaygı duyacağız. Geç başlayan dizinin, yarışmanın öncesindeki reklamlara saydıracağız. 21.45’te başlayacak maçın kadrosuna bakıp tahminlerde bulunacağız, haberleri kapatıp spor yorumcusunun ağzının içine bakacağız. Biz yine sabah kahvaltısında yumurtanın pişmişine pişmemişine kusur bulacağız. Biz yine iş yerlerimizde birbirimizle düzeysizce şakalaşacağız.  Biraz kahkaha atıp sonra kalp kıracağız. Öğle arasında yeni açılan lokantada karnımızı doyuracağız. Beş çayında latince isimli kahve içip İngiliz marka pastadan tadacağız. Bir akşam, praym taym evveli beklerken diziyi, yarışmayı, ekrandan yine şehit haberi duyup “ah yazık, vah yazık” deyip sosyal medyada profilimize bayrak koyacağız. 3, 5, 10… Hiçbirinin ismini dahi hatırlamayacağız. Olan onlara olacak, ateş düştüğü yeri yakacak. Biz ise yine unutacağız…

Gerçekten, ülkesi, bayrağı ve inandığı değerler için göğsünü siper etmek, kanından canından olmak ne onurlu bir şey! Ne şerefli bir şey! Onların bizim yaptığımız iyi ya da kötü davranışa ihtiyacı yok.

İnanıyorum ki, o yüceliğe erişenlerin hiçbir şeye ihtiyacı olmaz. Ama yine de, lütfen şu süreçte sevinçleri abartmadan, üzüntüleri ortaklaşa yaşayalım. Daha duyarlı olalım, müziğin sesini kısalım, şakanın dozunu azaltalım, futbolcu ismi ezberleyene kadar şehitlerin adını aklımızda tutalım. Hikayelerine ortak olalım. Belki karşı apartmanda, mahallede yahut şehrinizde değil ama ülkemizde şehitlerimiz var, cenazelerimiz var. Unutmayalım!”