Lozan kazanımının önemi iyi bilinmeli, emperyalizmin dayatmalar ortamındaki Lozan süreci iyi anlaşılmalıdır. Tarihte Lozan, şanlı Türk ulusumuzun ve işgale maruz kalmış ecdat yadigarı bu güzel Anadolu’muzun yeniden ulusal tam bağımsızlığının tüm dünyaya ilanının dayanağıdır.
Birinci Dünya Harbi entrikası sayılan Mütareke dayatmasının (Mondros Mütarekesi-25 Madde-30 Ekim 1918) ardından oluşan işgal ile ve o şer Sevr dayatmalarıyla (Sevr Antlaşması-433 madde-10 Ağustos 1920) İmparatorluğu çökertilircesine şartlara bağlanılarak ülkesi paylaşılmak istenilen Türk ulusumuzun o yokluklar döneminin bin bir zorluklar günlerinde o düşman işgalinden ve mezalimlerden kurtuluş için Kongre’ler oluşturulmasına ve Meclis (BMM) kurulmasına öncülük eden Büyük Atatürk’ün önderliğiyle coşup şahlanılarak yapılan Millî Mücadele ile oluşan ulusal tam bağımsızlık zaferlerimizin masa başında da resmiyet kazanmasının temini için tüm dünyaya tescilinin bir belgesidir Lozan..
Dünkü düşman işgalden “Kurtuluş”umuzun ve yeniden “Kuruluş”umuzun ulusal ve uluslar arası resmiyetinin temini için oluşan ve dayatmalar sürecinde gelişen o tarihi Lozan, kimilerimizce hâlâ anlaşılmak istenilmiyorsa neden? Lozan’ın yıpratılma gayreti varsa niçin, kim için?! Ki, O tarihi Lozan; Ulusallığımızın ve Ulusal tam bağımsızlığımızın teminatı Türkiye Cumhuriyeti’mizin kuruluş ufkunu o dayatmalarda, o konferanslarda çetin geçen müzakerelerle o emperyalist haçlı batılılara kabul ettirilen tarihi bir antlaşmadır.. Ki, o Lozan, dünün işgalcisi ve paylaşım dayatmacısı o sinsi şer haçlı emperyalizme karşı eksiğiyle gediğiyle yapılan bir ulusal bağımsızlık antlaşmasıdır.. Bu Tarihi Lozan Kazanımın Yıldönümü Günü Güzel Yurdumuza ve Aziz Ulusumuza Kutlu Olsun.
Bağımsızlık ve barış destanımız Lozan Antlaşması’nı iyi anlamak gerekir.. Dünya nezdinde kalıcı bir “Ulusal Zafer” elde edebilmek için, Çanakkale Zaferi gibi sadece “Cephede Savaş Kazanmak” yeterli değildi; siyasal zaferler de gerekliydi.! Ki, vaktiyle Çanakkale’de nice destanlar yazılmasına rağmen, vatanımızı işgale yönelen düşmana karşı üstünlük sağlanılmasına, çakallar sürüsü misali o üstün donanmalarıyla, güçlü silahlarıyla saldırıya gelen o işgalci emperyalizmin Çanakkale’deki o “Deniz Savaşı”nda (18 Mart 1918) ve “Kara Savaşları”nda büyük bir hüsrana uğratılarak bu savaşın kazanılmasına, Çanakkale Zaferi’nin oluşmasına rağmen o düzenbaz İngiliz teşvikli işgalcilerin masa başı entrikalarıyla Birinci Dünya Savaşı’nın mağlubu sayılarak Mondros Mütarekesi’ni(30 Ekim 1918) imzalamak zorunda bırakılmadık mı?! (Osmanlı’nın askeri gücünü de tarumar eden 25 maddelik o Mütareke, Ege’de Yunanistan kıyısındaki Limni adasının Mondros Limanı’ndaki Agamemnon zırhlısında yapıldı.. Ki, o Agamemnon zırhlısı, Çanakkale Savaşı’nda yara alıp geriye kaçan bir İngiliz savaş zırhlısıydı!)
Ecdat yadigarı bu güzel vatan, vaktiyle iyi yöneticileriyle yücelmesine rağmen 2. Viyana hüsranıyla belirginleştiği gibi şahsi kapris ve saltanatları hevesine düşen basiretsiz yetkililer yüzünden gaflet ve dalaletlere düşülmesi, uzun süren Osmanlı-Rus savaşının acılarının dinmesi beklenilirken patlayan Balkan Harbi hüsranı ardından kıvılcımlanan Cihan Harbi nedeniyle on ayrı cephede gelişen büyük bir savaşa maruz kalındı.. Üstün donanımlı düşman güçlerinin geçemediği o Çanakkale’de büyük bir destan yazılmasına rağmen o şer Birinci Dünya Savaşı’nı başlatan ve müttefiki olunan Almanya’nın yenilgisi yüzünden de o cihan savaşının sonucunda masa başı entrikasıyla yenik sayılan Cihan İmparatorluğu Osmanlı’ya reva görülen esaret içerikli Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) ve o Mütareke dayatmalarıyla oluşan Mütareke yıkımı, o gaflet ve ihanetler kimilerimizce yine hâlâ bilinemiyorsa, hâlâ anlaşılamıyorsa ya da hâlâ anlaşılmak istenilmiyorsa; oluşan truva atlarının şirin söylemlerine, takkiyelerine kanılıp aldanılıyorsa neden, niçin, kim için?! Ki, o Mütareke hezimetinin ardından 10 Ağustos 1920’de Sevr’de imzalanması dayatılan 433 maddelik o şer Sevr Antlaşması’na da ne denmeli? [Osmanlının esareti, Osmanlı diyarının işgalcilerce paylaşımı amaçlı o şer Sevr Antlaşması(10Ağustos1920), Galip devletler ile Osmanlı İmparatorluğu hükümeti arasında (Fransa’nın başkenti Paris’in 3 km yakınındaki Sevr (Sevres) banliyösünde bulunan Seramik Müzesi (Musee National de Ceramique denilen bir yerde) imzalanmıştı ve –Sevr Antlaşması, Lozan sayesinde geçerliliğini yitirmiş- olan bir antlaşmaydı..)
Düşman entrikalarına aldanıp menfaat uman, şahsi ikbal peşinde koşuşan kimi yerli işbirlikçilerin gaflet ve ihanetleri yüzünden tarihin çöplüğüne gark olan onca Türk Devletleri’nin, Türk İmparatorlukları’nın yıkılışlarından dersler almak gerekmez miydi? Her bir yıkılış, acı- gaflet ve ihanet ve sefalet içermiyor muydu? “18 Devlet kurduk!” diye sevinirken o kurulan devletlerin yıkılışlara üzülemek ve ibret almak gerekliyken bu durumdan bir ders çıkaramıyorsak niçindir?! -Geçmişi iyi bilmek, tarihten doğru dersler almak, sebat ve azimle dosdoğru çalışmak gerekiyor aydınlık güzel yarınlar için.! -Bu nedenlerledir ki, İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da velhasıl bu kutsal Vatan’ın her bir sathında kazanılan o zaferlerin masa başında da tescili gerekiyordu! İşte bunun için gerekliydi Lozan.! Çünkü dünün işgalcilerince dayatılan müstemlekeliğe, o Mondros Mütarekesi’ne, o şer Sevr paylaşımına, esarete ve mezalimlere onurluca bir karşı duruştu Lozan.!
Ki, Tarihimizde, Lozan büyük bir önemlilik arz eder.. Birinci Cihan Harbi’nin galibi o haçlı emperyalist batılılarca bu güzel Anadolu’da Türk Milleti’ne dayatılmak istenilen o şer “Sevr” esaret zincirinin de Millî Mücadele zaferiyle kopartılıp tarihin çöplüğüne atıldığının bir tescil unsurudur Lozan..
Lozan Antlaşması iyi anlaşılmalıdır.. İlk Cihan Harbi yenilgisi bahanesiyle oluşmuş işgal entrikası sayılan “Mütareke” dayatmalarıyla (Mondros Mütarekesi-30 Ekim 1918) şanlı Cihan İmparatorluğu çökertilip şartlara bağlanarak ülkesi paylaşılmak istenilen Türk Ulusu’muzun o yokluklara, o bin bir zorluklara, nice nice acılara maruz kalınırken bütün bunlardan kurtuluş için büyük Atatürk’ün önderliğiyle coşup şahlanarak yapılan Millî Mücadele ile elde edilen ulusal tam bağımsızlığımızın tescilinin tüm dünyaya haykırışının resmi bir belgesidir Lozan..
Dün, Mütareke bahanesiyle işgale, onca saldırılara, o nice mezalime maruz kalan bu güzel Anadolu’muz,o işgalden, o düşman mezaliminden bir an evvel kurtuluşun arayışı içindeydi.. Millî Kurtuluş’a yönelik o ulvi Millî Mücadele’ye başlanılması için gerekli Kuvayı Millîye’nin temini gayesiyle Samsun’a çıkan, ve bu esnasında, Anadolu içlerine geçerken işgale karşı Havza’da büyük bir protesto mitingi (30 Mayıs 1919) yaparak Millî Mücadele’nin ilk kıvılcımını çakan bu miting ardından varılan Amasya’da bir dayanışma bildirgesi (Amasya Genelgesi) oluşturulmuştu..
“Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir.” (Gz.M.K.A.)(Amasya Genelgesi), “Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” (Gz.M.K.A.) Çünkü, “Millî sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz.” (Gz.M.K.A.), “Millî kuvvetleri etkili, millî iradeyi egemen kılmak esastır.” (Gz.M.K.A.) Bu nedenle “Manda ve himaye kabul edilemez.” (Gz.M.K.A.) anlayışıyla Erzurum’da (23 Temmuz 1919) ve Sivas’ta (4 Eylül 1919) Kongre’ler oluşturan Ulusal Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğiyle yola çıkılarak büyük bir azimle Millî Mücadele başlatıldıydı.. O işgalci düşmanlar, İnönü’de, Sakarya’da ve Dumlupınar’da da ve yurdun her bir sathında hezimete uğratılıp 30 Ağustos Zaferi’nin ardından Anadolu’dan sökülüp 9 Eylül’de İzmir’den denize döküldüydü..
Güzel İzmir’in (9 Eylül1922) ve Bursa’nın (11 Eylül1922) Düşman İşgalinden Kurtuluşu’nun ardından İstanbul’a, Çanakkale’ye ve buralardan da Trakya’ya ve Anadolu’ya yönelik Kurtuluş Mücadelesi hazırlıkları yapılmaya başlanılmıştı.. Bunun üzerine (Birinci Dünya Savaşı galibi) İtilaf Devletleri (İngiltere-Fransa-İtalya) bir Antlaşma önerdiydi ve Ankara’ca kabul edilen bu antlaşma Mudanya’da yapıldı (Mudanya Antlaşması- 4/11 Ekim1922).
(Bu Mudanya Mütarekesi esnasında katılım kopuklukları oluşunca, bu boşlukta, TBMM Hükümeti, İtilaf Devletleri’ne, İzmir’de bir “Barış Konferansı” düzenlenilmesi önerisinde bulunmuştu.. Onlar da, Yunanlılar rencide olmasın(!) tarzında İzmir’i benimsememiş, bir başka yeri düşünmüşler ve Lozan’da karar kılmışlar.. Böylelikle o meşhur Lozan Konferansı hasıl olmuştu..)
İtilaf Devletleri, “Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın (11 Ekim1922) ardından, 28 Ekim 1922’de TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi) Hükümeti’ni, Lozan’da toplanacak olan Barış Konferansı’na davet etmiştiler.. Belki de işgal ve paylaşım güdülüsü Batılılar, o şer Sevr’i hortlatmaya yönelik dayatmalar ve yeni yeni imtiyazlar kopartmak peşindeydiler.!
Lozan daveti, hem Ankara’ya hem de İstanbul’a yapılmıştı.. Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa bu konferansa da katılmak istiyordu.. Millî Mücadele’de uğraş verip düşmanı yurttan sökülüp denize dökülmesini , Vatan’ın işgalden kurtuluşunu sağlayan TBMM Hükümeti, o işgalci düşman yandaşı olduğu ileri sürülen İstanbul Hükümeti’nin Lozan’a katılmasını istemiyordu.. Sadrazam Tevfik Paşa, Lozan’a katılmakta ısrarcı olunca Saltanat’ın kaldırılması hasıl oldu. (1 Kasım 1922). Çünkü, Lozan konusunda Büyük Önderimiz Atatürk’ün şöyle bir direktifi vardı: “Sulh konferansında Türkiye Devleti, yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından temsil olunur.” (Gz.M.K.A.) Atatürk’ün Lozan’daki “Sulh Konferansı” için söylediği bu veciz sözü de millî iradeyi, ulusal ülküyü sergileyen güzel bir örnektir..
30 Ekim 1918’deki Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla ilgili heyetin başı olan Osmanlı döneminin Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey (Orbay), Atatürk döneminde, yeni kurulan Türkiye’nin İcra Heyeti Başkanı olmuştu (12 Temmuz1922 / 4 Ağustos1923 yılları arasında). Lozan’da toplantı yapılacağına dair bir davetiyenin geldiği öğrenilince, (Mondros yenilgisiyle hesaplaşma fırsatının doğduğu da düşünülmüş olunacak ki) yeni kurulan Türkiye’nin İcra Vekilleri Heyeti Başı olarak Hüseyin Rauf beyin bu Lozan heyetinin de başı olması kimilerince de istenilmişti! (30 Ekim 1922)! Hezimetle sonuçlanan o şer Mondros Mütarekesi’nin baş delegesi olan Rauf Bey, bu konferansa da heyet başkanı olarak kendisinin katılmasını, (ki, Rauf Bey’in ileri derecede İngilizce bildiği söylenilmesine rağmen) Fransızca bilen İsmet Paşa’nın kendisine danışman olarak verilmesini istiyordu.. Meclis Başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu tutumu uygun görmediğinden olsa gerek, Hüseyin Rauf Bey’in ‘Lozan Heyeti Başkanlığı’ isteğini kabul etmedi.. (Osmanlı’nın Mondros Mütarekesi heyeti; Bahriye Nazırı Rauf Bey, Hariciye Nazırı Reşat Hilmi Bey, Erkânı Harp yarbaylarından Sadullah Bey idi.)
Mustafa Kemal Paşa, Lozan’da oluşturulmakta olan konferansla ilgili bu heyetin başına Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa’nın getirilmesini benimsediydi.. İsmet (İnönü) Paşa, Atatürk’ün istek ve önerisiyle Dışişleri Bakanı temsilciliğine getirildi..
Lozan’a, danışmanlarla, gözlemcilerce birlikte otuzu aşkın kişi gitmişti. Lozan’da düzenlenen o konferansta, Türkiye’yi, Hariciye Vekili olan (Dışişleri Bakanı) İsmet Paşa’nın başkanlığında iki yardımcı delegenin ardından İzmir Mebusu Celal (Bayar) Bey’in de yer aldığı 21 kişilik bir danışman heyeti, iki kişilik matbuat müşaviri, on kişilik umumi katip ve müşavir tercümanı ve iki yaver binbaşı olmak üzere toplamda 38 kişi temsil etmişti.. (Yardımcı delegeler; Dr. Rıza Nur ve Maliye Bakanı Hasan (Saka) Bey idiydiler.)
(Hamidiye Kahramanı Hüseyin Rauf ise, Millî Mücadele için gerekli Kongre’lerden sonra kurulan genç Türkiye’nin İsmet ve Fevzi Paşa’dan sonra gelen üçüncü başvekiliydi.. Vaktiyle Mondros Mütarekesi Heyeti’nin baş temsilciliğini yapmasına ve Mondros Mütarekesi’ni imzalayanlardan olmasına rağmen yeni Türkiye’nin İcra Vekilleri Heyeti’nin Başvekil’i olan (hilafet ve saltanat benimseyicisi) Hüseyin Rauf Bey, Hükümet kararları dışına çıktığını varsaydığı İsmet Paşa’ya Lozan’da imza atma yetkisi vermeyince (ki, İsmet Paşa ile aralarında siyasi görüş farklılıkları da mevcuttu), İsmet (İnönü) Paşa’ya bu yetkiyi TBMM Başkanı Mustafa Kemal verdirdiydi..)
(Türkiye’nin katıldığı Lozan Konferansı’na delege düzeyinde katılan ülkeler; İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya’ydı.. Yeni kurulan Rusya ise o görüşmelerde Osmanlı’ya destek çıkar kaygısıyla o daimi toplantıya kabul edilmemiş, Boğazlar konusu görüşülürken Bulgaristan ile birlikte katılmaları istenmişti.. Cihan İmparatorluğu Osmanlı’nın yıkılışı için sinsice uğraş veren o Amerika ise gözlemcilik dahilinde katılmıştı.! Belki de hasta adam Osmanlı’nın son günlerine tanık olmak istemiştir aç çakallar misali bir pay koparabilmek için.!)
Lozan’da ilk toplantıda lehimize istenilen sonuca ulaşılmadığı için askıya alındığından İki dönemli olan ve sekiz ay süren Lozan Konferansı’nın ilk toplantısı 20 Kasım 1922’de İsviçre’nin Lozan kentinde başladı.. İtilaf Devletleri sözcüsü Lord Curzon’dan sonra kürsüye gelen Lozan baş temsilcimiz İsmet Paşa, daha ilk andan itibaren “istiklâl ve hakimiyet davası” hususunu önemle belirtmiş; “Bizim burada istediklerimiz, müstakil, medeni bir devlet olarak onun bütün şartlarını sağlamaktır.” “Bütün medeni milletler gibi hürriyet ve istiklâl istiyoruz..” (İsmet Paşa) diyerek sesini duyurmuştur.. Konferans sürecinde Türk heyetinin istek ve önerileri tam olarak dikkate alınmak istenilmeyip Lord Curzon ve yandaşlarınca kendi kurgularının İsmet Paşa’ya benimsetilmesi istenilince ve bu duruma İsmet Paşa direnince Lozan görüşmeleri 04 şubat 1923’te kesildiğinden toplantı dağıldıydı..
Lozan’ın kesintiye uğradığı bu dönemde, Atatürk tarafından ilk defa İzmir’de İktisat Kongresi düzenlenmiş, ekonomi ve ülke sorunları ele alınmıştı.. (17 Şubat/4Mart 1923) (Millî İktisat- İzmir kongresi kararları..)
(Yunan askerlerinin 9 Eylül’de denize dökülüp Bursa’nın kurtarılmasının ardından İstanbul’un ve Çanakkale’nin kurtarılışına sıra gelince, Çanakkale’de askeri yığınaklarını arttırmaya çalışan İngilizlerin telaşa kapılması üzerine İstanbul’da bulunan itilaf Devletleri temsilcilerinin TBMM’ne olan mütareke çağrısı kabul edilmişti.. Bunun üzerine görüşmeler 3 Ekim’de Mudanya’da başlamıştı.. İtilaf Devletleri (İngiltere-Fransa-İtalya) temsilcileri bu toplantıyı da kendilerinden birinin yöneteceğini umuyorlardı ki, Batı Cephesi Orduları Komutanı İsmet Paşa, TBMM Hükümeti’ni temsilen onların oturma yerlerini göstererek Mudanya Mütarekesi’ni yönettiydi.. İsmet Paşa, zaman kazanmaya çalışan itilaf devletleri temsilcilerin oyalayıcı tutumlarına ve karşıt görüşlerine gerekli açıklamalarla müdahale ederek Mudanya Ateşkes Antlaşması’nı iyi yönetip önerilerini 14 madde ile İtilaf devletleri heyetine kabul ettirmişti. (11 Ekim 1922) Diplomasideki ilk başarılı sınavını (29 Eylül 1922’de) Mudanya Konferansı’nda veren aynı İsmet (İnönü) Paşa, Lozan’da da Müttefiklere karşı direnince işler kilitlenmişti..)
Lord Curzon, Türklerin Lozan’da eşit şartlar altında müzakereye katılmasını benimsemiyordu.. Ona göre, Türk Heyeti’nin, Mondros’ta, Sevr’de olduğu gibi İngilizlerin, Fransızların dayattıkları direktifleri benimsemesini umuyordu.. Oysa, İsmet Paşa, Lozan’da direniyordu! Çünkü, İsmet Paşa, Lozan’a “14 maddelik direktif” ile gönderilmişti.. Bu “On dört maddelik talimatname”ye göre Türk Heyeti’nin konferansta asla taviz vermeyeceği önemli hususlardan olan “Ermenilerin Doğu Anadolu’da devlet kurma entrikasıyla amaçlanan o şer Sevr paylaşımına karşı durulması” ve ekonominin can damarı sayılan “Kapitülasyonların kaldırılması” ilk öncelikli sıradaydı.. Bu hususlarda kesinlikle taviz verilmeyecekti! Bunun içindir ki, Lozan’da, İsmet Paşa kendisine yöneltilen dayatmaları kabul etmemişti.. Görüşmeler kilitlenince (önce) İngiliz heyeti, (sonraki günlerde) Fransız, Amerikan ve İtalyan heyetleri ülkelerine hareket edince (onların ardından-ertesi günü) Türk Heyeti de Lozan’dan ayrılmıştı.. (7 Şubat 1923)
“Ulusal egemenlik; milletin namusudur, haysiyetidir, şerefidir.” (Gz.M.K.A.) öğüdünü ilke edinen Mustafa Kemal’in, o Lozan Konferansı’nın anlaşmazlıklar yüzünden dağılmasının ardından yeni savaş hazırlıklarına başlanılmasını buyurmasının haberinin batılılarca duyulmasının ardından İngilizlerin aracılığıyla 23 nisan 1923’te ikinci kez Lozan Konferansı toplandı..
[1923’te başlayan Konferansın ikinci bölümde dahil olunan Celal Bey (Bayar), eski İttihatçılardan, İzmir işgali günlerinde tutuklanma kaygısıyla dağlara çıkarak “Galip Hoca” takma adıyla İzmir-Aydın yöresinde köy köy dolaşarak işgale karşı propaganda yapmış, Millî Mücadele’ye katkı sağlamıştı.. Bayar, Atatürk Dönemi’nin son Başbakanı(1937) ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürk ve İnönü’den sonra gelen 3’üncü Cumhurbaşkanı olduydu.. (1950-1960 arası)]
(İkinci bölümde Haim Naum da dahil olunmuştu. İsmet Paşa’nın Lozan için kendisine danışman edindiği yahudi Haim Naum; o vakitlerde İstanbul Yahudi hahambaşısı ve Fransızca öğretmeniydi.. Pariste okuduğu ve yahudi okullarında ders verdiği yıllarda (1893-1896) sürgündeki Jön Türklerle görüşme ortamı oluşturmuş.. 1900-1904 yıllarında Osmanlı İstihkâm ve Topçu Okulu’nda fransızca öğretmenliği yaptığı dönemde İsmet Paşa’nın da Fransızca öğretmenliğini yapmış. Birçok gayrimüslimin Meclis-i Mebusan’da mebus olmasını sağlamasına rağmen 1910’da Osmanlıdan gelen mebusluk teklifini reddetmiş. Kasım 1922’de başlayan Lozan Konferansı’na katılmak isteği ilkin engellenmişse de 1923’teki ikinci safhada yer alabilmiş, 1925’ten sonra ise Kahire’ye gidip orada Mısır hahambaşılığını üstlenmiş, Filistin’de bir yahudi devletinin kurulması için uğraş vermiş biri..)
İsmet (İnönü) Paşa ve yönetimindeki Türk Heyeti, Lazon’da, Mustafa Kemal’in önerilerinin tamamını kabul ettiremediyse de (Ankara’nın onayı alınıp) tamamına yakını olduğu sanılan kazanımlarla yetinilip 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalandı..
Büyük Zafer sonrası İsviçre’de toplantıya katılan Batılı temsilcilerce (8 ay süren) onca dayatmalar sürecinde gelişen o tarihi Lozan, o yokluklar ve bin bir zorluklar içinde oluşan Millî Mücadele azmiyle kazanılan Büyük Zafer ile elde edilen Ulusal Bağımsızlığımızın o işgalci haçlı emperyalist Batılılara tescil ettirilişi demektir.. (24 Temmuz 1923)
(İsmet Paşa’ya, Lozan’da, “Müzakerelerde sizden istediklerimizi alamıyoruz. İleride dara düşüp bizden yardım için geldiğinizde, burada reddettiğiniz her şeyi, cebimden çıkartıp önünüze koyacağım.!” (L.Curzon,Şubat 1923) Lozan’da kaybettiklerini ve beklentilerini adeta parayla bir bir satın alacağız! dercesine bir gözdağı vermeye çalışan Lord Curzon, ikincisi oluşan o toplantıda yoktu! Çünkü, Lord Curzon’nun karşısındaki Heyet reisi İsmet Paşa, Mondros’taki, Sevr’deki temsilcilerimiz gibi ezik değildi; İsmet Paşa orada (Lozan’da) bir galibiyetin temsilcisiydi.!)
İsmet Paşa, Atatürk’ün imza için kendisine hediye ettiği altın kalemle, Lozan’da, 24 Temmuz 1923 Salı günü tam saat üçü dokuz geçe imzasını atmıştı.. Bu haberin ardından aynı gün, ülkemizde 101 pare top atışı ile Türkiye’nin Ulusal Bağımsızlığı kutlanılmaya başlanılmıştı.. Cumhuriyet’e giden yol taşları bir bir döşeniyordu.. Lozan kazanımızla ilgili bu durumdan, işgal ettikleri güzel İzmir’in ardından İstanbul’u da terk etmek zorunda kalan İtilaf Devletleri’nden İngilizler, Fransa ve yandaşları Amerika, bizim bu güzel yurdumuzda hürriyetimize ve Cumhuriyet’imize giden yolu düzenlememizden hiç memnun değildiler.. Ya içimizdeki kimilerinin Lozan’a dair hâlâ devam eden memnuniyetsizliklerine, karşıtlıklarına ne demeli?! Ve daha hazini, bu tarihi günde eğer Lozan kazanımlarına karşıtlık arz edecek farklı farklı etkinlik gayretleri varsa niyedir?! Böyle bir karşıt tutum gayreti hayra alamet değildir.! (Mütareke’nin vahametini, bu güzel Vatanın bölünüp paylaşımı dayatmasını şart koşan o şer Sevr’in Lozan ile tarihin çöplüğüne atılmasının önemini neden dillendiremezler.! Ki, o işgal günlerinde güzel İzmir’in ardından Anadolu’nun içlerine doğru düşman askerlerinin ilerleyişiyle ve mezalimleriyle işgal genişlerken Osmanlı başkentinin de işgal altında olduğu o kapkara günler, o mezalimler nasıl unutulur? Hiç mi tarih bilgisi dinlenilmedi, hiç mi tarih okunmadı?!) (Ünlü mizahçı şairimiz Neyzen Tevfik de gafillere, hainlere şöyle sesleniyordu: “.. Esir iken mümkün müdür ibadet?/Yatıp kalkıp Atatürk’ dua et./Senin gibi dürzülerin yüzünden/Dinden de soğuyacak bu millet. İşgaldeki hali sakın unutma,/Atatürk’e dil uzatma sebepsiz./Sen anandan yine çıkardın amma/Baban kimdi bilemezdin şe*efsiz.!.” diye..
Ki, durum buyken, 1923’ün Ağustos’unda, Meclis’te “Lozan” tartışması devam ediyordu.. Oysa, Lozan’ın kesintiye uğrayan ilk bölümünün sonuçsuzluğunu ve bu nedenle konferansın dağılmasını uygun gören, takdir eden kimi vekiller, “İkinci Meclis”te yapılan toplantılarında da Lozan’nın imzalanmasına karşı çıkıyorlardı.. Bu Lozan Antlaşması’nın kabulünün tesciline yönelik Büyük Millet Meclisi’nde yapılan oylama sonucu 213 kabul oy’una karşılık 14 ret oyu çıkmıştı.. Lozan’a karşı çıkan bu on dört vekilin Mondros Mütarekesi veya Sevr Antlaşması ile ilgili Saray’a karşı, İstanbul Hükümeti’ne karşı, işgale karşı bir karar alamayan Osmanlı Meclis-i Mebusan’ına karşı tepkileri, aleyhte kampanyaları yoksa neden?! Bu beyefendiler acaba o kara günlerden bi haber miydiler?! Ki, günümüzde de dünün kapkara vesikaları olan “o şer Mütareke, o şer Sevr, o İşgal” ile ilgili eleştirilerine, vatandaşlık tepkilerine pek rastlanılmazken “Türkiye’mizin ulusal bağımsızlığını taçlandıran” o Lozan’ı hâlâ eleştirmeleri, kötülemeleri neyin nesidir, hangi akla hizmettir?!
(1923’ün Ağustos’unda yapılan meclis görüşmelerinin ardından 14 ret oy çıktığı o oylama sonucu ardından Paris’te 6 Ağustos 1924’te yürürlüğe giren Lozan Antlaşması’nın ülkemizde yürürlüğe girdiği tarih 23 Ağustos 1923’tür.)
Bir kısmının yan maddelerinin de bulunduğu 4 bölümde düzenlenen ve 143 maddeden oluşan Lozan Antlaşması’nda isteğimizin aksine bazı ek ifadelerin tam olarak anlaşılamaması veya farklı anlamlar taşıyabilme olasılığı savından ziyade, o Lozan’da, bizi destekleyen hiçbir ülkenin bulunmaması nedeniyle Türkmen diyarı Kerkük ve Musul sorunu çözümlenemedi, yavru vatan Kıbrıs ise İngilizlerde kalmış olduydu.!
Türk heyetince Lozan’da “Rodos ve On iki Ada” üzerindeki İtalyan egemenliği tanınmıştıysa da “satranç!” misali iltifat edilen o İtalyanlardan da “Musul” sorununun çözülmesine yönelik beklenilen ilgi görülememiş, bir destek alınamamıştı.! Ki, bu adalar ise Osmanlı döneminde elden çıkmıştı! Lozan hezimetinin etkisindeki İngilizler, Anadolu’da gerici bölücü entrikalarına yöneldiler, 1925’te “Şeyh Sait Olayı”nı kışkırtarak Musul’u unutturmaya çalıştılar.!
Oysa dün olduğu gibi bugün de, ulusal kalkınmamızı, millî bağımsızlığımızı öteden beridir kabullenemeyen o sinsi haçlı batılılara çanak tutarcasına Lozan’ı benimseyemeyenlerimiz, Lozan’daki çabaların yetersizliğini ileri sürenlerimiz varsa neden?! O tarihi Lozan Antlaşması’nı benimsemediğimizde (ki, günümüzde, Ege’deki kimi adalarımızda yunanlılar at oynatıyor(!) söylentilerine ve fiiliyatına hiç kulak verilmezken!) “On iki Ada” sorununu çözümleyip sınırlarımıza yakın o önemli adaları geri mi alacağız? Türkiye sınırları içinde kalması gereken Türkmen diyarı Kerkük’ü, Musul’u “Sizin hakkınızdı!” dedirttirilerek bize veya Türkmenlere geri verilmesini mi sağlayacağız?! Yoksa güzel Kıbrıs’ımızı mı kotaracağız? Tarihte Türk’e yapılan nice ihanetlerden, onca entrikalardan nasıl ibret alacağız? Ki, vaktiyle Osmanlı diyarı Ortadoğu, Türkmen diyarı Kerkük ve Musul bugün de o emperyalizmin sinsi şer entrikalarıyla eğer kan ağlıyorsa neden?! Tüm bunlara rağmen İyi bilinmelidir ki, Lozan, var oluştur; o tarihi Lozan kararı, dünün işgalcisi o haçlı emperyalizme karşı onurluca millî karşı duruştur..
Dün, topuyla tüfeğiyle bu kutsal vatanı işgale gelen o düşmanları bu güzel yurttan kovarak, denize dökerek yeniden ulusal bağımsızlığa, 29 Ekim’e, bu güzel Cumhuriyet’e yönelişimizde, sadece savaş alanlarında kazanılan o zaferlerin değil, Lozan’da elde edilen kazanımların da etki önemi büyük iken, şimdilerde de neler oluyor bize!? Dost sanılan ABD, o Lozan’ı dün tanımadı ve bugün de tanımıyorken (ve yarınlarda ne gibi hilelere, kumpaslara, dünün Sevr’ine yönelik ne gibi sinsi şer entrikalara yöneleceği belli değilken, ve hatta bizi hâlâ emperyalizm yangınına atmaya- o haçlı emperyalizmin Orta Doğu bataklığına itmeye çalışıyorken) o işgalci Batılılarca yeniden tartışılması, yıkılması istenilen “Lozan” kalesine sahip çıkılması gerekirken bir anda gelişen Lozan karşıtlığından Türkiye’miz için ne umulmaktadır!? O sinsi haçlı emperyalizmin şer paravanı AB hayranlığı nedendir? Kimilerimizce çok özlemi duyulan o Avrupa’nın, o haçlı emperyalist Batı’nın bu güzelim Anadolu’muzu işgale yönelik dünkü saldırıları, o savaşları, onca mezalimleri ne çabuk unutuldu.!
İngiliz’in altınına, Saray’ın, Damat Ferit’in ve düşman yandaşı ulemaların, heyet-i nasihaların ve misyoner uzantılarının dünün işgalcisi o haçlı emperyalizme hizmet içerikli ferman ve fetvalarına kanıp Millî Mücadele’mizi engellemeye çalışan, Mustafa Kemalcilere kötülük eden o gafilleri eleştirmeliyiz ve o hainleri, hainlikleri daima lanetlemeliyiz! Ki, bunların uzantılarının bir kısmı, günümüzde, hâlâ dünün işgalcilerine mandalık yapmaya devam ededurmaktadır.! Bu namertler koyun postuna bürünse de, takiyelerle bayrağımızı vatanımızı sever görünseler de bu hainlerden de vatanımızı, bayrağımızı korumalıyız; bu hainlerin şirin söylemli dost görünümlü şer sözlerine aldanmamalıyız! Unutulmamalıdır ki, çakal koyun postuna bürünse de yine çakaldır!
Bizim millî özgülüğümüz için, bu güzel ülkemizin ulusal tam bağımsızlığı için çekilen onca kahırlar, dökülen kanlar, şehit olan nice canlar ve bu kahramanlarımızın düşman işgalinden kurtuluş çabaları, onca yokluklara, mezalimlere ve bin bir engellemelere rağmen Millî Mücadele ile edinilen Sakarya Zaferi’mize, Dumlupınar Zaferi’mize ve Cumhuriyet’imizin mimarı Atatürk’ümüze ve hatta ecdadımıza, şanlı şehitlerimize ve kahraman gazilerimize vefa borcumuz nasıl unutulur?
İşgalden kurtuluşumuzun ve Kuruluş’umuzun öncüsü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun silah arkadaşları Şehit ve gazilerimize, isimsiz kahramanlarımıza, millî mücadelecilerimize maddi manevi katkı sağlayan kahraman Anadolu insanımıza minnettarız!
O Çanakkale, O İnönüler, O Sakarya, O Dumlupınarlar asla unutulmamalıdır, unutturulmamalıdır.! Dünkü gibi gaflete düşülmemeli, dünkü gibi düşmanın ve işbirlikçilerinin entrikalarına, sinsi kumpaslarına, şer oyunlarına bir daha asla adlanılmamalıdır.!
Dünkü düşman işgalinden, o düşmanın mezalimlerinden Kurtuluş için Anafartalar Kahramanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ümüzün önderliğiyle cepheden cepheye koşan kahraman şehitlerimiz ve gazilerimizce kazanılarak bizlere emanet edilen bu kutsal Vatan toprağının yeniden düşmanlarca paylaşılmasını hangi onurlu insan benimseyebilir? O haçlı işgalci batılı emperyalistlere karşı bu güzel vatan toprağımızda onurluca mücadelelerle kan dökülerek, can verilerek elde edilen bu ulusal bağımsızlığımızı tartışmaya açmayı, “çözüm!” diye diye ulusal bütünselliğimizin teminatı sayılan millî birlik ve beraberliğe karşı çıkmayı, dünün işgal yıllarındaki o hazin konuma dönüşmeyi, Sevr’e geçit vermeyi hangi onurlu vatanperver kabullenebilirdi?! Vatan bir bütündür şiarı asla unutulmamalıdır.
Türkiye’mize yeni yeni yol haritası(!) çizmeye çalışan dünün işgalcisi o haçlı emperyalizme göre millî çözüm; Türkiye’nin geri kalmışlığının sorunlarına, mutlu yarınların aydınlığının önündeki karartıların çözümlenmesi-giderilmesi gibi görünse de, şehit ve gazilerimizin kutsal emaneti bu güzel Türkiye’mizin bütünselliğinin çözülmesine, ekonomik dirliğimizin çökertilmesine, millî birlikteliğimizin çözülüp dağılmasına yönelik değil de nedir?!
Ve yine iyi bilinmelidir ki, dünün işgalcisi o haçlı emperyalizmin sürekli olarak gündemde tutup günümüze uyarlamaya çalıştığı şirin söylem oyunlarıyla bu güzel ülkemizin, bu güzel Cumhuriyet’in yıkılıma götürülmek istenilmesi değil midir? Balkanlar’dan beridir süregelen bunca projeler, bunca kumpaslar dünün o şer Sevr’inin yeniden hortlatılmasına yönelik değil de nedir?! Bu anlayışın ileri sürdüğü çözüm, bütünsellikten çözülüm, yabancının hayallerine açılım, Yugoslavya misali değişime- dönüşüme tabi tutularak dünün Sevr’ine yönelik çok parçalara bölünüşüm anlayışına yönelik sinsi entrikalara karşı bir sessizlik isteniliyorsa, Türklüğün düşmanları koyun postuna bürünerek millî söylemlerde bulunuyorsa, takkiyede bulunuyorsa bu tutum asla ve asla hayra alamet değildir.!
İşgal yıllarında, o işgale karşı Millî Mücadele veren Türkiye Büyük Millet Meclisi’miz, dirayetli davrandı, ülkenin çok parçalara bölünmesini dayatan ve Osmanlı heyetince 10 Ağustos’ta (1920) imzalanan (ve ülkemiz ve milletimiz için kapkara gün sayılan 10 Ağustos 1920’deki oluşturulan) o şer Sevr Antlaşması’nı kabul etmedi.. Bunun içindir ki, –Lozan Antlaşması, o şer Sevr’in hedeflediği o çözülmeye, o bölünmeye, o paylaşım entrikasına karşı millî karşı duruşun bir tescilidir.. O tarihi Lozan, cephede kazanılan zaferlerin uluslar arası siyaset arenasında da kazanılmasının tescil belgesidir.. Atatürk’ün tabiriyle, Lozan, Türk ulusu için bir siyasi zaferdir!
“Türk milletinin tarihi, şimdiye kadar tanıtılmak istenildiği gibi yalnız Osmanlı tarihinden ibaret değildir. Türk’ün tarihi çok daha eskidir ve bütün milletlere kültür ışığını saçmış olan millet Türk Milleti’dir.” (Gz.M.K.A.) diyen büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Lozan öncesi ve sonrası durumlar için şöyle diyordu: “Baylar, bilirsiniz ki, yeni Türk Devleti’nden (1923) önceki Osmanlı devleti “eski antlaşmalar” (kapitülasyonlar) adı altında birtakım ayrıcalık haklarının tutsağı idi. Hristiyan halkın birçok ayrıcalıkları ve öncelik hakları vardı. Osmanlı Devleti’ni, Osmanlı ülkesinde bulunan yabancıları yargılama yetkisi yoktu; kendi uyruklarından aldığı vergiyi yabancılardan alması yasaktı; devletin varlığını kemiren ve kendi sınırları içinde bulunan (hristiyan) topluluklara karşı önlemler alması yasaktı.” (Gz.M.K. A.)
“Osmanlı Devleti’nin, kendisini kuran temel ögenin, yani Türk ulusunun insanca yaşamasını sağlayacak yollara başvurması da yasak edilmişti. Ülkeyi bayınlaştıramaz, demir yolu yaptıramaz; dahası, okul bile yaptıramazdı. Bu gibi durumlarda hemen yabancı devletler işe karışırlardı.” (Gz.M.K.A.)
“Geçmişteki yanlışlıklarla, savsaklamalarla hiçbir ilgimiz yokken, yüzyılların birikmiş hesaplarının bizden sorulması gerekmezken, bu konuda da Dünya ile karşı karşıya gelmek bize düşmüştü. Ulus ve yurdu gerçek bağımsızlığına, egemenliğine kavuşturmak için bu güçlüklere katlanmak ve özveride bulunmak (onca yokluğa ve yoksulluğa rağmen azimle çalışmak) da bizim üzerimize yüklenmişti.” (Gz.M.K.A.-Temmuz 1923)
“Lozan Barışı, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türk milleti için siyasi bir zafer teşkil eden bu antlaşmanın Osmanlı Tarihinde benzeri yoktur. Milletimiz bununla hakkıyla övünebilir ve Türk milletinin yüksek bir eseri olan bu antlaşmanın yüksek kıymetini bilmesi gereken gençliğine bunu geçmişte kararlaştırılmış antlaşmalarla karşılaştırmasını önermelidir.” (Gz.M.K.A.) (26.07.192-Dolmabahçe Sarayı, Lozan Barış Antlaşması hakkında)
“Lozan Antlaşması, Türk Milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış o Sevr antlaşmasıyla tamamlandığı sanılmış, büyük bir cana kıymanın yıkılışını anlatan bir belgedir. Osmanlı devrine ait tarihe eşi geçmemiş bir politik zafer yapıtıdır.” (Gz.M.K.A.) (24.07.1933, Ulusal Egemenlik Gazetesi)
Ki, Ulusallığımızın ve ulusal bağımsızlığımızın bekasının mimarı büyük Atatürk’ün belirttiği gibi, o Lozan’da tarihin çöplüğüne atılan o şer Sevr Antlaşması, 10 Ağustos 1920’de Paris’in Sevr (Serves) adındaki bir kentinde, Osmanlı temsilcilerince imzalanan ve Mütareke gafleti gibi bir başarı sanılan 433 maddelik bu antlaşmanın koşulları da çok ağırdı, adeta, Cihan İmparatorluğu Osmanlı’nın yıkılış fermanıydı.! Evet, o tarihte karşılık bulmayan bu Sevr antlaşması, Osmanlı ülkesinin bütünlüğünün çözülüp parçalara ayrılmasının fermanıydı.! Bu antlaşma, ölüm döşeğindeki hasta adam diye tabir edilen Cihan İmparatorluğu Osmanlı diyarının İngiltere, Fransa, Yunanistan, İtalya ve Ermeniler arasındaki paylaşımın hükmüydü.! Sadrazam Damat Ferit Paşa, Reşat Halis Bey ve Hadi Paşa üçlüsü olan bu gafil ve hainler tarafından imzalanan (kimi maddelerinde çok sayıda eklentilerinin de olduğu 433 maddelik) bu şer Sevr antlaşması, (25 maddeden oluşan) Mondros Mütarekesi dayatmalarından daha ağırdı.. Ki, bu dayatmalar, Cihan İmparatorluğu Osmanlı’nın adeta bir idam fermanıydı.! Bu durum, Cihan İmparatorluğu’nun, özellikle “Gerileme Dönemi”nde devlet ricalinde bulunan gafillerin, Türklük karşıtı o hainlerin sinsi şer ihanetlerine maruz kaldığı açıklık kazanmadı mıydı!? Millî Mücadele’yi adeta sekteye uğratmak için Sevr’i imzalayan “mahşerin üçlüsü” o gafiller, genç Türkiye’nin Büyük Millet Meclisi’nce vatan haini ilan edildiydiler..
Ulusallığımızın ve ulusal bağımsızlığımızın rehberi, düşman işgalden kurtuluşumuzun ve Kuruluş’umuzun öncüsü ulusal önderimiz Atatürk’ün tabiriyle: “Lozan barış masasında söz konusu edilen sorunlar, yalnız üç-dört yıllık yakın geçmişe bağlı kalınmıyordu. Yüzyıllık hesaplar görülüyordu. Bu denli eski, bu denli karışık ve bulaşık hesaplar içinden çıkmak, elbette pek kolay olmayacaktı. Konferansın sekiz ay gibi uzun bir süreye yayılmasının nedeni belki de buydu..” (Gz.M.K.A.)
Bu nedenlerledir ki, Lozan’ı iyi anlamak, Lozan’a doğru sahip çıkmak, Lozan kahramanlarından İsmet İnönü’yü, önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Millî Mücadele’mizin isimsiz kahramanlarını, Millî Mücadele’mizin Kuvvayı Millîyeci tüm Şanlı Şehitlerimizi ve o merhum Kahraman Gazilerimizi Saygıyla, minnetle ve rahmetle anmak tarihi bir görevdir.
Unutma ki, dün olduğu gibi bugün de eleştirilen o Lozan Konferansları’ndaki uzun süren o çetin müzakerelerde tüm isteklerimizi alamadıysak da çıkan sonuç lehimizeydi.. Ankara’da belirlenen 14 maddelik direktife göre, Konferansta, ilk düşünülenler, Osmanlı’nın yabancılara tanımış olduğu ve milli ekonomimizi, millî kalkınmamızı çökerten imtiyazlar olan “Kapitülasyon”ların kaldırılmasıydı.. Bir de Doğu Anadolu’da bir ermeni devletinin kurulmasına ısrarla karşı durulmasıydı.. Diğer direktifler ise, Sınırlar, Trakya, Boğazlar, Azınlıklarla ilgili mübadele ve mütekabiliyet ilkesi, Osmanlı borçları gibi hususlar da bu Konferans’ın unsurlarıydı.. Fakat Lozan’da aleyhimize yönelik farklı farklı unsurlarla da karşı karşıya kalındı ve bunlarla ilgili olarak sürekli Ankara ile, Mustafa Kemal ile irtibata geçildiydi.. Çünkü nihai karar verici ve onaylayıcı Ankara idi..
20 Kasım 1920’de başlamasına rağmen karşılaşılan dayatmalara İsmet Paşa tarafından karşı durulduğundan oluşan kesintiler ardından 24 Temmuz 1923 yılında İsviçre’nin Lozan kentinde tamamlanan Lozan Konferansı’nın sonucuyla ilgili 5 bölümden oluşan 143 maddelik o antlaşmanın kimi maddelerindeki uzunca ek şartlarının da yer aldığı bu maddeler karmaşasından ziyade Lozan’ın temel muhtevasını, edinilen kazanımları iyi bilmek gerekiyor.! (Unutma ki, Hilafet ve Saltanatın gafleti, dalaleti ve ihanetleri nedeniyle Osmanlı’nın başkenti İstanbul 13 Kasım 1918’in ardından 16 Mart 1920’de ise fiilen esir bir şehir konumundaydı.. Saray ve Saltanatın gözleri önünde işgal güçlerinin silahlı askerleri İstanbul sokaklarında cirit atıyordu.! Ne hazindir ki, Osmanlı’nın Meclis-i Mebusan’ı, kimi kışlaları bile düşman askerleri tarafından baskına uğramıştı.! Bu vahim durum, Atatürk ve Lozan karşıtlarınca nasıl unutulur ve niçin sorgulanmaz?)
Lozan’da, kimi iletişimsizlikler yüzünden de bazı aksaklıklar elbette oluşmuştur! Heyettekilerin hepsince, aktif siyasetin yürütülmesine yönelik yeterince yabancı lisan bilinmemesi, belgelerin iyi incelenmesi veya onay esnasındaki kelime oyunlarının fark edilememesi yüzünden de aleyhimize gelişebilen sonuçları yeterince tespit edememişliğimiz veya bir İngiliz oyununa maruz kalışımız belki de olmuştur.! Şöyle ki, Ankara’dan Türk heyetine giden telgrafların çoğu bizimkilere ulaşmadan önce İngilizlerce çözülüp öğreniliyor, toplantılarda, o konulara o bilgilere göre hazırlıklı şekilde önlem almaya çalışıyorlardı.. Birçok hususlarda direnişlerle kazanımlara ulaşıldıysa da, “Yunanistan, savaş tazminatı yerine Karaağaç’ı Türkiye’ye verecek.” maddesini geniş tutup yunanlara bırakılan adalar üzerindeki maddelerde (ısrarla direnişte başarılı olunuş sağlanabilinseydi ve bu sayede) “Eğe’deki Türkiye’ye çok yakın adalar Türkiye’ye kalacak.!” ibaresi yazdırılabilinseydi, en azından Türklerin yaşadığı Türkmen diyarı Musul’un kuzey kesimi Kerkük’ün Türkiye’ye bıraktırılması sağlansaydı iyi olacaktı.. Gerçi o vakitlerde de Musul konusunda Türk heyetince direnme yapıldıysa da Türkiye’yi destekleyen ülke çıkmadıydı.! Ulusal haklı davamızda yalnız kaldıydık! Bu nedenledir ki, Lozan’da, Toplantı katılımcılarınca İngilizler desteklendiği için Musul, İngiliz yönetiminde kaldı.!
Lozan Konferansı’na katılan diğer üye ülkeleri ikna etmekte, tarafımıza çekmekte yetersizlikler oluşmuştu.. Fakat, o Lozan Heyeti’ne, kopan parmağın hesabı sorulmak istenilirken kurtarılan el, kurtarılan kol ve hatta kurtarılan gövde unutulmamalıdır.! Dün olduğu gibi günümüzde de Lozan’ı ısrarla eleştirip “Lozan bir hezimettir!” diyenlerin, “Mondros Mütarekesi” ile ilgili bir eleştiri yaptıklarını duyanınız var mı? Yok ise, bu “Lozan karşıtlığı(!)” niyedir? Cihan İmparatorluğu Osmanlı, Çanakkale’de de vatanını savunurken galip devletlerce tezgahlanan o Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) bahanesiyle oluşan “düşman işgali” ve o işgalin oluşturduğu o nice acılar, onca yıkımlar, o yokluklar yoksulluklar nasıl unutulur? Gaye, genç Cumhuriyeti yıpratmak, elde edilen zaferleri zaafa uğratmak değilse nedir!? Demek ki onların karalama hedefi, genç Türkiye’dir, yani o yokluklarda bin bir zorluklara rağmen Millî Mücadele ve Lazan kazanımı ardından Atatürk ve arkadaşları tarafından 29 Ekim’de kurulan 1923 Türkiye’sidir; o gibilerin eleştirisi, vatanın ve milletin hürriyeti için emperyalizmin işgaline karşı azimle mücadele eden Atatürk ve arkadaşlarına yöneliktir.!
Daima uyanık olunmalı ki, bir daha o haçlı emperyalistlere elimiz kolumuz kaptırılmamalıdır.! Ki, Türklüğün ve Türkiye’nin ezeli ve ebedi düşmanı olan dünün işgalcisi o haçlı emperyalistlerce günümüzde de körüklenen o Orta Doğu yangını, Türkiye’yi ateşe atmak, bu güzel Türkiye’mizi emperyalizmin Orta Doğu bataklığına itelemek içindir..
Lozan’da çözülemeyen tek sorun Kerkük-Musul sorunuydu.. Kim isterdi ki Musul’un Lozan’da elde edilemeyişini, Anadolu’da oluşan kalkışmalar (Şeyh Sait isyanı) sonucu İngilizlere kaptırılışını.! Büyük Atatürk’ümüz, bakınız ne diyordu Musul için:
“Musul vilayeti, Türkiye Devleti’nin millî sınırları içindedir, buralarını anavatandan koparıp şuna buna hediye etmek hakkı kimseye ait olamaz.” (Gz.M.K.A.) (30.01.1923 İzmir, İzmir Basın Mensuplarına Demeç-Atatürk)
“Yurtta barış, dünyada barış.” (Gz.M.K.A.) kavramını temel ilke edinen Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Musul’un, Kerkük’ün Türk diyarı kalmasını istiyordu.. Durum buyken, bugün, millî kararlılıkla Musul’a, Kerkük’e yeterince sahip çıkabiliyor muyuz? Hayır!! Dünün onca kazanımlarına rağmen Lozan kahramanlarının eksikliklerinden yararlanılarak onca kazanımları yok sayarcasına dillendirmemek ile Lozan kahramanlarının başarılarını gölgelemek adeta bir başarı sanılıyorsa neden, niçin, kim için!? Bu gürültü çıkaranları iyi incelemek lazım; bunlar gerçekten vatanseverler mi, yoksa mandacılığa alkış tutanlar mı, yoksa işgalci düşmana karşı millî mücadelenin yanında yer alanlar mı? Vatan için iyi niyetli olanlar muhakkak vardır.. İşgale sessiz kalıp da Lozan için kuru gürültü yapanlar büyük bir ihtimalle Mustafa Kemal karşıtlarıdırlar! Ki, bunların bir kısmı ise, işgal günlerinin manda sempatizanlılarındandır; Amerikalı misyonerlerin etkisinde kalanlardır.. İçimizdeki kimi gafillerin belki de yanlışlıkları, düşman yandaşı o “heyet-i nasiha”ların şirin söylemli o sinsi şer anlatımların etkisi altında kalmalarından, o yanlışları doğru sandırılmalarındandır.!
Lozan’ı anlamak sadece laf değildir! “Türklüğün ve Türkiye’nin korunmasını, yüceltilmesini, Türklüğe ve Türkiye’ye karşıt unsurlardan beklemek büyük bir gaflettir!” anlayışına sahip bulunan büyük Atatürk’ün Lozan ile ilgili alttaki bu sözleri de bir kez daha iyi irdelenmelidir: “Lozan barışı Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türk ulusu için politik bir başarı teşkil eden bu antlaşmanın Osmanlı Tarihi’nde benzeri yoktur. Ulusumuz bununla haklı olarak gururlanabilir ve Türk ulusunun yüksek bir yapıtı olan bu antlaşmanın yüksek kıymetini beğenmesi gereken gençliğin bunu geçmişte yapılmış antlaşmalarla kıyaslaması gerekir.” (Gz.M.K.A.) (26.07.1927, Dolmabahçe Sarayı)
Tarihin çöplüğündeki nice Türk devletleri, Türk İmparatorlukları gibi Cihan imparatorluğu Osmanlı’yı da bürokrasiye gelen Türklüğün düşmanı unsurlar ve truva atı bu hainlere güvenmenin gafleti yıkmıştır.. Büyük Atatürk’ün,
“Bizi yanlış yola sevkeden habisler, biliniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Sâf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir..” (Gz.M.K.A.) (16 mart 1923/Adana-Türk Ocağı’nda esnaf ve sanatkarlarla yaptığı konuşmada) dediği gibi, Türkiye aleyhine yönelik entrikalar, dün olduğu gibi günümüzde de çoğu kez inançlar, din ve etnik unsurlar üzerinden yapılmaya çalışıldığı unutulmamalıdır! Bunun içindir ki Lozan, Cumhuriyet’e giden aydınlık yoldaki hilaflardan arınıp laikliği pekiştirmede, ümmetten millet olmaya yönelmek için millî ülkünün yeşermesinde, ulusal birlikteliğin pekişmesinde güç güven sağlamıştır.. Ki, laikliği de doğru anlamak, doğru uygulamak gerekir!
Dünkü işgale, o işgalin onca mezalimine, o Mütareke’nin ve o şer Sevr’in gaflet ve ihanetine ses çıkartmayanlara ve onların bugünkü uzantılarına sormak lazım, “Dünkü işgale, o esarete, onca mezalime ses çıkarmazken Lozan’a bunca karşıt duruşlar nedendir?” diye! İngiliz muhipliğini, Amerikan mandacılığını, Sevr entrikalarını eleştirmek ve tezgahlanan onca şer kumpasları lanetlemek akıllarına gelmezken Lozan’a dair bunca eleştirileri neyin nesidir? Serabı göl, vahayı yemyeşil ova, çakal misali koyun postuna bürünmüş sinsi düşmanı dost sanma gafletinden tez arınılmalıdır.!
İbret alınması gereken her olayı çok iyi analiz etmemiz gerekmiyor mu? Lozan Konferansı’nın İngiliz heyeti başkanı olan (ermenin-rumun-yunanın destekleyicisi ve kışkırtıcısı) Lord Curzon Lozan’da İnönü’ye bir sitemde bulunmuş. (İsmet İnönü’nün, 70’li yılların siyah beyazlı TRT televizyondaki konuşmasını tesadüfen dinlediğimden hatırımda kalan o anlatımına göre) Curzon’un İsmet Paşa’ya söylemiş bulunduğu şu sözlerine iyi kulak verilmelidir ki, doğru dersler çıkarılabilinsin. Lord Curzon’un kendisine “Dün, cephede, bugün buradaki müzakerelerde direndiniz, üstünlük elde ettiniz.! Burada sizden bir şey koparamadık!! Ama biliyoruz ki o uzun savaşlar nedeniyle parasal yönden de zor durumdasınız.! Bizde para var.! Yarın bizden para isteyeceksiniz.! İşte o zaman, o savaş alanlarında kazanamadıklarımızı, buradaki müzakerelerde elde edemediklerimiz her şeyi, yarın, cebimden çıkartıp önünüze koyacağım; paramızla bir bir satın alacağız sizden.!” (L..Curzon) türünden söylediği o sözleri bir espri değil, tarihi bir gerçekti.. Ki, günümüzdeki dünün o sitemkar sözü adeta doğrulanırcasına yabancıya özelleştirmeler, toprak satışları neyin nesidir!? O günkü söylenenin birer birer uygulanması değil de nedir?! “Ele toprak satışı, yargının AB’ye uyarlanışı hangi akla hizmettir?” diye eleştiri yapanlar haksız mıydılar? Ya günümüzdeki “yabancıya özelleştirmeler”deki ısrarlara, Atatürk Yolu’ndaki sapmalara ne demeli?! Tarihten ders almak varken kimilerinin hâlâ Avrupa’nın bu AB’sine, emperyalist Amerika’nın böl-parçala yöntemiyle sinsi sömürü çarkı sayılan o şer Sevr uzantısı BOP’a onca ilgi, o düşman afyonuna bunca hayranlık varsa bu durum bir hayra alamet değildir.!
(İsmet Paşa, Lord Curzon’un Lozan Konferansı’nin ilk bölüm tıkanıklığında kendisine “Lozan Muahedesi’nden (muahede=antlaşma) memnun ayrılmıyoruz, hiçbir dediğimizi yaptıramadık. Harap bir memleket alıyorsunuz. Para bir bunda var (Amerikan delegesini göstererek), bir de bende var. Geleceksiniz para isteyeceksiniz, diz çökeceksiniz. Reddettiklerinizin hepsini cebimden çıkarıp size göstereceğim.” dediğini der.. İnönü de “Bizim burada istediklerimiz, müstakil, medeni bir devlet olarak onun bütün şartlarını sağlamaktır. Bunu temin edelim, sulh olsun. Gelirsem size istediğinizi yaparsınız.!” demiş.
Geçmişin yanılgılarına düşmemek, geçmişin o kara günlerine gark olup o acıları bir daha yaşamamak için Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu tavsiyesinin de çok iyiyi tahlil edilmesi ve dosdoğru uygulanması gereklidir:
“Muhterem milletime şunu tavsiye erdim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli’yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin.” (Gz.M.K.A.) Bu öğüdün siyasetimizde de dosdoğru uygulanması gerekiyor. Çünkü tefrika, kaos, hile, kumpas peşinde koşuşturan Truva atlarının takkiyelerine, şirin söylemlerine, dinsellikle kamufle edilmiş yalanlarına kanıp yanılmamak, aldanmamak; ulusallığımız ve ulusal bağımsızlığımız için büyük bir önem arz etmektedir.
Unutulmamalıdır ki, tam bağımsızlık, ancak, millî anlayışla, millî uygulamalarla, millî ekonomiyle, laik çağdaş millî eğitimle ve millî savunmayla sağlanır.. O şer emperyalizm bataklığı Türkiye’ye bir fayda sağlamaz, aksine zarar verir.. Unutulmamalıdır ki, “Çakala sürü, kediye ciğer emanet edilemez!” Bu nedenledir ki, dünün işgalcisi o haçlı emperyalizmin ve işbirlikçilerinin şirin söylemli sözlerine güvenilemez!
Kalkınmak için yapılan her yeni yatırımlar, “Yeni Türkiye!” demek değildir ki.! Büyük Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye zaten yenidir.. Bu nedenlerledir ki, bütün yeni yatırımlar, karşı devrim içermeyen, Cumhuriyetin kazanımlarıyla çelişmeyen yeni yeni çalışmalar Türkiye’nin ilerlemesi, kalkınması içindir.. Günümüzde kimi Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlarının “Yeni Türkiye” söylemiyle anlatmak istedikleri unsur, Atatürk Cumhuriyeti’ni değiştirme peşinde olduklarının bir mesajıdır.!” diye düşünenler ve bu olumsuz gidişata üzülenler de mevcuttur! Gerçi dünün Sevr’ini özleyenler, o mandacılığı hüner bilenler, zaman zaman millî söylemlerle, dini söylemlerle halkı aldatmak, insanımızı yanıltmak peşinde değil midirler!? Bu nedenledir ki, Türklüğü, Atatürkçülüğü yıpratmak, Cumhuriyet’i dönüştürmek için düşmanla işbirliği yapabilecek olanların mevcudiyetinden kaygılananlar, geçmişin o acıları, o gaflet ve ihanetleri yeniden yaşanılmasın(!) diye düşünenler de kaygılarında pek haksız sayılmazlar..
Son zamanlardaki “Değişim-Dönüşüm, “Aydınlanma-Kalkınma” adı altında Sevr’in çözülüm girdabına kapılmak denilen “açılım (!)” afyonuyla siyaseti yönlendirme yanılgısı ve bu gafleti hüner sanma ve sandırma, Cumhuriyet’i dönüştürme anlayışının yaygılaştırılması da hayra alâmet değilken, günümüzde Lozan’a karşıt duruşun nedeni, acaba, içimizdeki o sinsi şer işbirlikçilerin işgalci o haçlı emperyalistlerce o işgal yıllarında büyüklerine, büyüklerince de kendilerine verilen “manda” misyonunu yerine getirememe ezikliğinden midir!? Ki, bu işbirlikçiler, İstiklâl Savaşı yıllarında Atatürk’ün Millî Mücadele’sini engellemeye kalkmadılar mı? Şehit ve gazilerimizin şanlı mücadeleleriyle elde edilen o Büyük Zafer sonrası kurulan Atatürk Cumhuriyeti’mizi her fırsatta yıpratmaya çalışmadılar mı? İhanet entrikalarının devamlılığı için, karşı devrimin kesin kazanımlılığının temini için Truva atları oluşturmadılar mı? Bu güzel Türkiye’yi, Cumhuriyet’i dönüştürme gayretlerine yönelmediler mi!? Unutulmamalıdır ki, o sinsi düşman; işbirlikçileriyle, Truva atlarıyla, mandalarıyla yine şer entrikalar peşindedir.!
“Mazilerinde Türklük, Atatürk, Atatürkçülük, Atatürk Cumhuriyeti karşıtlığı, kindarlığı ve hatta düşmanlığı bulunan o emperyalizmin ve işbirlikçilerinin bir gün ellerine fırsat geçerse, Türkiye’miz için çalışır görünüp Lozan’ı tartışmaya açarlarsa; Türk kalesini sanayisiyle, yatırımıyla, tarımıyla içeriden çökertmeye çalışırlarsa ne mi yapmalıyız? Kuvayı Millîye ruhunu unutmamalıyız!. Millî Mücadele’mizin önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün “Gençliğe Hitabe”sini iyi anlamalıyız.! Atatürk İlkeleri’nin ve Atatürk Devrimleri’nin dosdoğru uygulanımının gerekliliğini çok iyi anlamalıyız ve doğru anlatmalıyız; Atatürk Yolu’ndan dürüstçe dosdoğru gitmeliyiz.. Gericiliğe, Sevr bölücülüğüne millî bilinçle karşı durmalıyız.. Ulusal yatırımlarımıza, tarım ve hayvancılığımıza, bu kutsal vatan toprağımıza, şanlı bayrağımıza, Millî Eğitim’imize, ulusal benliğimize, Türkçe’mize, TC’mize, zaman sürecinde unutturulmak istenilen ulusal bayramlarımıza ve Andımız’a onurluca sahip çıkmalıyız.! Ki, Andımız; 1923’e, Türklüğümüze ve Türkiye’mize sahip çıkmayı, bu güzel vatan için azimle dürüst çalışarak ülkemizi ve milletimizi kalkındırmayı, şehit ve gazilerimizin kutsal emaneti bu güzel Türk yurduna onurluca sahip çıkmayı millî görev bilip küçüğünü seven ve büyüğünü sayan ve dünya barışına katkı sağlayan bir neslin yetişmesini temel ilke edinir ve Atatürk’ün aydınlık yolundan ilimle, fenle gitmeyi ve ilerleyip yücelmeyi amaçlar.. 1923’ün ruhuna saygı duymayanların 2023 -2223.. söylemlerinin bir takkiyeden ibaret olduğu, karşı devrimin kamuflaj edilip sunulduğu unutulmamalıdır(!)” diye kaygıyla öğütte bulunan birçok Atatürkçü yurtseverler haksız mıdırlar acaba!?
Lozan’da “Kerkük-Musul sorunu” çözümlenemedi. Bu hususta İngiliz oyununa gelindiğinden “Lozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedidir!” sözünü pek yeterli görmediysem de Türkiye’mizin bekası için bir kazanım sayılan o tarihi Lozan, Millî Bağımsızlığımızın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’mizin Dünya nezdinde tescil edilmesine, tanınıp sayılmasına yol açtıydı.. Bu nedenledir ki, onca entrikalarda bulunmalarına rağmen o Lozan Kazanımı’mızı o işgalci batılılar ve işbirlikçisi mandacılar hep kötüleyip durmadılar mı, Türklüğümüze ve Türkçe’mize de kindarlık aşılamaya yönelmediler mi insanımızı ve özellikle yeni neslimizi yanıltmak için?! Kanla irfanla Kurulan Genç Cumhuriyet’i koruyup savunacak, yeşertip güçlendirecek aydınlık çağdaş eğitimin olmasını, Türklüğü, Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü seven ve savunan bir gençlik yetişmesini istemiyorlardı.! Kimilerince, karanlığın gölgesindeki o eski sistem sürsün isteniliyordu.! Oysa Türk milletinin, aydınlık mutlu yarınları için karanlıklardan kurtuluşu gerekliydi ve bunun için Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğiyle millî mücadeleye başlanıp başarıya ulaşıldı.. Fakat bu zaferlerin, onca başarın daim kılınması için taçlandırılması gerekliydi.. İşte bu taçlandırma durumu, eksiğiyle gediğiyle, o Lozan’da elde edilen kazanımla gerçekleştirildiydi.. İşte bu nedenledir ki, “Lozan bir hezimet değildir, bir kazanımdır.!” Ve hâlâ Lozan ile ilgili “Lozan bir hezimettir!” söylemi varsa, o Lozan, Anadolu’nun işgalini ve şer Sevr’i amaçlayan İngilizler için bir hezimettir. Lozan, İzmir’den işgale başlayıp Anadolu içlerine yönelirken geri püskürtülerek İzmir’den denize dökülen yunanlar için bir hezimettir. Anadolu’da nice mezalimler ve katliamlar yapan ermeni canileri için bir hezimettir.. Velhasıl o tarihi Lozan, Türkiye Cumhuriyeti için ulusal bir kazanımdır, Türkiye Cumhuriyeti karşıtları ve düşmanları için ise bir hezimettir.
Bu tarihi gerçekler karşısında Türklüğün timsali “Atatürkçü Gençlik” söyleminden gururlanmak ve “Atatürkçü Gençlik” yetiştirmek gerekirken kindar-dindar gençlik söylemi neyin nesidir? Vaktiyle Osmanlı karşıtlığını, Türklük düşmanlığını yayma gayretindeki o emperyalist haçlı Batılılarca günümüzde dillendirilen “Yeni Osmanlı” söylemiyle yeniden Osmanlılık özlemi oluşturulup geriye, o şer Sevr’in tekrar horlatılabilmesi için hilafet ve saltanata dönüşüme teşvik için değilse, millî birlik ve beraberlikten çözülüp Atatürk’ün aydınlık yolundan saptırılmamız için değilse niçindir, kim içindir?! Unutulmamalıdır ki, geriye dönüşün kapısında, dünün o şer çözülümcüsü ve paylaşımcısı Sevr beklemektedir.!
Ki, işgal yıllarında, işgalden kurtuluş için, o zalim düşmanların ülkeden sökülüp atılması için çaba sarffeden Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Millî Mücadelesinin başarıya ulaşmasını engellenilmesi, o işgalci emperyalistlerin memnun edilmesi için padişah ve Damat Ferit Hükümeti’nin peş peşe oluşturdukları ferman ve fetvaların olumsuz etkileri bugünlerde bile hâlâ etkisini sürdürüyorsa nedendir!? Lozan’ı, Atatürk’ü, İsmet Paşa’yı eleştirenlere sormak lazım; yunan-rum–ingiliz askerleri bu topraklarda üç yılı aşkın bir sürede at oynatırken hiç mi eziyet çektirmediler, Anadolu insanımıza hiç mi kötülük yapmadılar? Bu vahşiliklerin lanetlenmesi, işgalden kurtuluşa ve Kuruluş’a sevinilmesi en doğal yurttaşlık hakkı iken, kimileri hâlâ o düşman mezalimi olmamışçasına suskunlar! Ve o mezalimleri neden dillendirmiyorlar, eleştirmiyorlar da yunanın denize döküşlüne üzülen düşmanların üzüntüsünü paylaşırcasına(!) Millî Mücadelecilere karşı bir tavır takıntısı içindeyseler, bunca gaflet, bunca nefret ve kin neyin nesidir!? Cihan İmparatorluğu Osmanlıyı da çökerten temel etken, Türklüğün düşmanlarına inanıp aldanmak değil miydi!? Bu nedenlerledir ki, işgalden kurtuluşumuzun ve kuruluşumuzun öncüsü olan, Türklüğe ve Türkiye’ye çok büyük bir önem verdiğinden “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” öğüdünde de bulunan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü iyi tanımak, doğru anlamak ve öğütlerinden faydalanmak millî görevdir..
Atatürkçülük, sadece bir söz değildir! Çok iyi bilinmelidir ki, “Atatürkçülük; Atatürk İlkelerini ve Türk Devrimlerini benimsemek, savunmak ve yaşatmaktır.” “Mustafa Kemal’in askeriyim!” diyebilmek bir millî onurdur, Türklüğü, Türkiye’yi ve Cumhuriyet’i dürüstçe savunmak bir millî görevdir..
İyi bilinmelidir ki, Mondros Mütarekesi entrikalarıyla gelişen dünkü işgalden Kurtuluş’umuzun ve yeniden Kuruluş’umuzun baş mimarı büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bütün çalışmaları, onca öğütleri, o ünlü Gençliğe Hitabe’si Türkiye Cumhuriyeti’mizin ebedi bağımsızlığına, bu güzel Vatanımızın ve aziz milletimizin huzuru ve refahına yöneliktir.. Ulusallığımızın ve millî bağımsızlığımızın timsali büyük Atatürk’ün, “En büyük eserim Türkiye Cumhuriyeti’dir.” dediği bu Cumhuriyet, bizlerin aydınlık yarınlarıdır.. Bu nedenledir ki; huzurlu,mutlu, gönenç dolu aydınlık yarınlarımız için Cumhuriyet’imize, Cumhuriyetimizin kazanımlarına onurluca sahip çıkmak ulusal bir görevdir..
Çok iyi bilinmelidir ki, yabancılara imtiyaz tanımak; IMF, AB, BOP gibi haçlı emperyalizm patentli yabancı dayatmalara boyun bükerek Lozan’ı yıpratmaya çalışmak demek; Atatürk Cumhuriyeti’mizi Atatürk Yolu’ndan saptırmak demek değil miydi!? Tarihteki nice Türk Devletlerinin gaflet ve ihanetlerle yıkıldığını – yıktırıldığını unutmamalıyız.! Geçmişten gelen bazı haklarımızı Lozan’ı yıpratarak değil, Atatürk Yolu’nda bilinçle doğru ve dürüst siyaset yapılarak o hakların elde edilmesine yönelinmelidir..
Unutulmamalıdır ki, kimilerinin çok özlem ve güven duyduğu ABD, gözlemci olarak bulunduğu 0 Lozan’da Türkiye’mizin ulusal bağımsızlığını tanımadıydı! Cihan İmparatorluğu Osmanlının yıkılması, topraklarının paylaşılması hesabı peşinde koşuşturan emperyalist zihniyetli o ABD’nin Lozan’da Türkiye’nin edindiği bağımsızlığını tanımaması, İngiliz oyunlarını benimsemediklerinden miydi, yoksa bir pay koparamadıklarından mıydı dersiniz!? İşte o emperyalist Amerika’nın ve yandaşı olan İngilizlerin ve Fransızların hâlâ bu güzel ülkemizden bir şeyler koparabilmenin peşinde bulundukları, bunun için dünün benzeri sinsi şer entrikalara yönelebilecekleri, oluşturdukları çöl yangınlarında bizleri yakmaya uğraşacakları,bizleri kurguladıkları o emperyalizmin Orta Doğu şer bataklığına çekmeye çalışacakları asla unutulmamalıdır.!
Ve yine iyi bilinmelidir ki, dünün işgalcisi o haçlı emperyalistler, devşirdikleri yerli işbirlikçileriyle, çeşitli entrikalarla, kumpaslarla, karalamalarla, siyasetimizi, ekonomimizi ve hatta Ordumuzu ele geçirme gayreti içinde bile bulunabilirler!! Bu nedenlerledir ki, o emperyalist haçlı batılıların ve işbirlikçilerinin sinsi şer oyunlarını daima bozmak için, eskinin o karanlık, o acılı günlerini bir daha yaşamamak için Atatürk Ülküsü’nü iyi anlamalı, Atatürkçü anlayışı kavramalı ve Atatürk Yolu’ndan azimle, dürüstçe dosdoğru giderek ufkumuzun daima aydınlık kalmasını, şehit ve gazilerimizin kutsal emaneti bu güzel Vatanımızın ebediyen tam bağımsız kalmasını sağlamalıyız.. Dünün işgalcisi o düşmanların işbirlikçisi hainlerin, mandacıların, heyet-i nasiha uzantılarının, hilafet ve saltanat özlemcilerinin, takkiyecilerin hamasi söylemlerine aldanmamalıyız.! Lawrence misali dini-millî söylemlerle kaos peşinde koşuşanlara, kindarlık yaymaya çalışanlara kanmamalıyız.! Lafa değil, vatana millete hizmet edici dürüst icraatlara bakmalıyız.!
Ulusal bağımsızlığımızın ebediliği için büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün onca öğütlerini iyi anlamalıyız; Gençliğe Hitabe’yi unutmamalıyız ve unutturmamalıyız.. Ulusal bilinçle Lozan’ı iyi araştırıp o işgalci emperyalistlere karşı ulusallığımızın ve ulusal tam bağımsızlığımızın tescilliğini sağlayan Lozan’ı iyi anlamalıyız, o Lozan’a daima dosdoğru sahip çıkmalıyız.. Aydınlık ufuklarımızı yeniden karartmaya yönelik sinsi çabalarla bizleri yanıltmaya, Türklükten, Atatürk ve Atatürkçülükten, Laiklikten ve aydınlıktan uzaklaştırmaya çalışan koyun postuna bürünmüş o Truva atlarının şer içerikli şirin söylemlerine aldanmamalıyız! Aydınlık mutlu yarınlar için daima Atatürk Yolu’ndan dosdoğru gitmeliyiz..
Unutulmasın ki, dünkü düşman koyun postuna bürünse de yine düşmanlık peşindedir, kaos peşindedir.! Bu nedenle iyi bilinmelidir ki, dünkü o Lozan’ı çok yermek, çölde su aramaya, seraba koşmaya benzer.! Lozan’ı iyi anlayalım! Lozan’a, Türkçemize, Türkiye’mize, Millî benliğimize, Millî Eğitim’imize, Andımız’a, Ulusal kültürümüze, Cumhuriyet’imize ve Cumhuriyet’imizin kazanımlarına, Ordu’nuza, Yurdumuza, Ulusal Bağımsızlığımıza bilinçle, azimle ve dürüstçe sahip çıkalım.. İyi bilinmelidir ki, Vatan, iyi korundukça, uğrunda dürüst çalışıldıkça, o haçlı emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin sinsi şer oyunlarına, entrikalarına, kumpaslarına bilinçle karşı duruldukça güçlü, özgür ve ebedi Vatan’dır..
Ecdadımızdan yadigar bu kutsal vatan Türkiye’mizin, Cumhuriyet’imizin kıymetini çok iyi bilelim! Dün olduğu gibi günümüzde de Lozan sürecini engellemek, aksatmaya çalışmak isteyen dahili ve harici bedhahlar vardır.! “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” diye öğütte bulunan ulusal Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu veciz öğüdündeki “Barış” anlayışına da bilgiyle, istekle ve azimle sahip çıkalım.. Çünkü, Lozan barıştır.. Çünkü o Lozan, dünün işgalcisi o haçlı emperyalizme ulusal karşı duruştur.. Atatürk’ün tabiriyle, Lozan, Türk ulusunun aydınlık güzel yarınları için bir siyasi zaferdir.. Lozan, var olmaktır, ebediyen özgürce yaşamaktır; Türkiye’mize, hürriyetimize ve Cumhuriyet’imize azimle daima onurluca sahip çıkmaktır.
Ve Lozan için diyorum ki,
Dayatmalar sürecinde gelişti Lozan.
Hizmet istiyor, gönenç istiyor,
Bayrak ve aydınlık yarınlar için
Hür rüzgâr istiyor bu güzel Vatan..
Haindir saltanat için o emperyalizme hizmet eden;
Ya gafildir ya namerttir bu Vatan toprağını satan.!
Ecdadımızdan yadigar bu topraklarda
Aydınlık güzel yarınlarımızın
Ebediyen devamlılığını istiyor kefensiz yatan!
Haindir, müfteridir, düşmanın truva atıdır
Entrikalar tertipleyen, bu aziz milleti birbirine katan.!
Azimle dürüst çalışınca kalkınır, şenlenir bu aziz millet;
Hem yücelir hem güçlenir ecdat yadigarı bu kutsal Vatan..
Ve asla unutulmasın ki Türklüğü, Türkiye’yi yok etmek isteyen
O haçlı emperyalizme karşı millî bir karşı duruştur Lozan.!
K.K.
Kemal KOÇÖZ (Eğitimci) ADD
(Atatürkçü Düşünce Derneği)
Karasu Şubesi Kurucu eski Başkanı